23 Haziran 2009 Salı
9 Mart 2009 Pazartesi
7 Mart 2009 Cumartesi
6 Mart 2009 Cuma
mevlid kandilimiz kutlu olsun
4 Mart 2009 Çarşamba
Oktay Usta'dan TAVADA BÖREK PİŞİRİN. Tarifi
PATLICANLI BÖREK:
3 patlıcan
1 su b. süt
kaşar peyniri rendesi
3 yufka
sıvıyağ
tuz,karabiber
HAZIRLANIŞI:
Patlıcanları közleyip doğrayın. Tencereye alın üzerine sütü ve kaşar peyniri
rendesini ekleyip pişirin. Genişçe bir teflon tava alın.Birinci yufkayı serin. İkinci yufkanın
yarısını parçalayar serin. Üzerine patlıcan sosu dökün. Tekrar kalan yufkayı parçalayın.
Tavanın kenarından sarkan parçalara içe katlayın. Yufkanın ara katlarına ve en üstüne
biraz sıvıyağ serpiştirin. Tavayı ocağınızın üstüne alın. Çevirerek böreğinizi nar gibi
kızartın. Dilimleyerek sıcak servis yapın.İçi nefis dışı çıtır nefis bir börek..
Oktay Usta'dan DONDURMALI PASTAYA NE DERSİNİZ? Tarifi
DONDURMALI ÇİKOLATALI PASTA:
pandispanyası için:
4 yumurta
1 su b.un
1 su b.toz şeker
2 çorba k.kakao
1 p.kabartma tozu
1 paket krem şanti
1 su b. süt
1 kase damla çikolatalı dondurma
pandispanyayı ıslatmak için:
1 tatlı kaşığı granül kahve
1 çorba k. tozşeker
1 çay b. sıcak su
HAZIRLANIŞI:
Önce pandispanya için yumurtaları şekerle çırpın.Üzerine un ,kakao ve kabartma tozu ilave
edip çırpın. Kelepçeli yuvarlak bir kalıpta pişirin. önce 170 derecede daha sonra 150 derecede.
Pandispanya soğuduktan sonra enlemesine üçe kesin. Kremşantiyi sütle çırpıp yarısını
ayırın. Yarısına bir kase çikolatalı dondurma ekleyip karıştırın. Pandispanyanın 1, parçasını
yine yuvarlak bir kalıba koyun. Granül kahve ,tozşeker ve sıcak su ile ıslatın.Üzerine
dondurmalı kremanın yarısını koyun. İkinci parça pandispanyayı üzerine koyup aynı işlemleri
yapın.En son parçayı da üzerine koyup ayırdığımız kremşanti ile süsleyin.Üzerine damla
çikolata serpiştirin. Derin dondurucu da sertleştikten sonra kalıptan ayırıp soğuk servis
yapın. Tiramisu gibi lezzetli ama çok daha hafif bir pasta…
PENCERE AÇMIŞ BÖREK Tarifi
PENCERE AÇMIŞ BÖREK:
10 yaprak milföy hamuru
5 sosis
2 sivri biber
1 çay b. kaşar p. rendesi
1 yumurta
1 çorba k. ketçap
kekik
HAZIRLANIŞI:
5 adet milföyü fırın tepsisine dizin.Üzerine yumurta sarısı
sürün.
İç harcı için 5 adet kesilmiş sosis,2 adet sivri biber,ketçap
kaşar peynir rendesi ekleyip karıştırın.Milföyleri ortasına
iç harcı ekleyin.Diğer 5 adet milföyü bıçağın ucuyla ortalarından
kesin.Fırın tepsisindekiş milföylerin üzerine kapatın.Kesilmiş
olan orta kısımlarını pencere gibi açın üzerine yumurta sarısı
sürün ve önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında pişirin.
oktay ustadan
SÜTLAÇ YAPIMI
1 su bardagı pirinç
8 su bardagı su
4 su bardagı süt
2 yemek kaşıgı nişasta
1.5 su bardagı şeker(şekersiz sevenler miktarı azaltabilir)
YAPIMI
Pirinçleri yıkayıp bir tencerede 6 su bardagı su ile pirinçler iyice uzayıp yumuşayıncaya kadar kaynatın.
Daha sonra 4 su bardagı sütü ve şekeri ilave edin.
Bu arada 2 yemek kaşıgı nişastayı bir su bardagı su ile ezip sütlaçımıza karıştırarak ilave edin
Sütlaçımızı güzelce karıştırıp bir iki dakika kaynattıktan sonra kaselere alıp üstünü fındık, ceviz ,tarçınla süsleyin.
Soguduktan sonra servis yapın afiyet olsun .
PÜF NOKTASI:Sütlaçınız hafif sulu gibi ocaktan inerse kıvamı daha güzel olur soguyunca kendiliginden katılaşır.
3 Mart 2009 Salı
2 Mart 2009 Pazartesi
Menapoz (menopoz) için bitkisel çözümler
Kadınlar, menopozda sıcak basmasından uyku bozukluğuna kadar birçok sorunla karşılaşıyor. 'Kadın kimliğimi kaybediyorum' endişesi ise bu dönemde kadınların psikolojik sorun yaşamasını tetikliyor.
Dr. Ender Saraç , şifalı bitkilerin menopozda yaşanan sorunlara karşı önemli bir silah olduğunu belirterek menopozda doğal tedavinin yerini şöyle anlattı: 'Doğal tedavilere yönelip ilaçları reddetmek ne kadar yanlışsa kimyasal ilaçları kullanıp doğal yöntemleri reddetmek o kadar yanlış.
Bu iki görüşü de tıbbi yobazlık olarak görüyorum. Sadece hap ve ilaç vermekle kesinlikle yüzde 100 şifa elde edilmez, aynı zamanda diyet, beslenme, egzersiz, yoga, meditasyon ve yardımcı maddelerin alımı çok önemli.'
Meme kanserine soya
'Menopozu doğal şekilde atlatmak mümkün mü?' sorusunu ise Saraç şöyle yanıtladı:
'Östrojen açığı, doğal ve bitkisel prepatlarla kapatılabilir. Östrojen hormonu içeren bazı bitkiler ve gıdalar var. Örneğin, soyadan elde edilen doğal östrojen normal östrojene göre yan etkileri yüzlerce misli daha düşük. Kanser riski yok denebilecek kadar az. Soyayla beslenen toplumlarda meme kanserine pek rastlanmıyor.
Soyanın yanı sıra doğal östrojen içeren bitkisel preparatlar, bitkisel çaylar ve otlar tüketmek yararlı olabiliyor. Bunların yanında kalsiyum, magnezyum, çinko ve boron alınması gerekiyor.' Hormon ilacı kullanmak zorunda olanların bu ilaçları, bitkisel tedavi edicilerin yanında daha düşük dozda alabileceklerini belirten Saraç, hormon tedavisine gerek duyulan durumları şöyle sıraladı: 'İleri derecede kemik erimesi riski, dayanılmayacak derecede şikayetler var ise ailede meme kanseri riski , kanda pıhtılaşma, inme, kalp hastalığı gibi riskler yoksa kişi kendini gerçekten iyi hissetmiyorsa bu kişiye kimyasal hormonlar verilebilir.'
Östrojen depoları
Adaçayı: Doğal östrojenler içeriyor. Ateş basması, gece terlemeleri gibi menopoz şikayetlerinde etkili.
Soya fasulyesi: Soyadan elde edilen ve doğal östrojen olan isoflavonlar, menopoz şikayetlerini hafifletiyor.
Civan perçemi: Doğal östrojen kaynağı olan bitki menopoz şikayetlerinin giderilmesinde çok yararlı.
Anason: İçinde belli oranda doğal östrojenler ve buna benzer maddeler var. Menopoz sıkıntılarının yanı sıra uyku bozuklukları, gaz kolit, hazımsızlık şikayetlerine iyi geliyor.
Maydanoz: Doğal östrojenler içeren maydanoz menopoz şikayetlerini gidermek için etkili.
Kızıldereli otu: Kızıldereli kadınlar belli bir yaşa geldikten sonra birtakım rahatsızlıklarını gidermek için bu bitkiyi kullanıyorlardı. Bu bitki Türkiye'de de bulunuyor.
Evening Primerose Oil (Çuha çiçeği yağı): Kızılderililer'den kalma bir bitki. Özellikle gece yatarken kullanılıyor. Bitkinin içinde östrojen yok. Ancak ateş basmaları, gece terlemeleri gibi şikayetlerin dışında egzamalara, kolesterole, kaşıntılara, adet sancılarına karşı etkili.
Dr. Ender Saraç
Dr. Ender Saraç , şifalı bitkilerin menopozda yaşanan sorunlara karşı önemli bir silah olduğunu belirterek menopozda doğal tedavinin yerini şöyle anlattı: 'Doğal tedavilere yönelip ilaçları reddetmek ne kadar yanlışsa kimyasal ilaçları kullanıp doğal yöntemleri reddetmek o kadar yanlış.
Bu iki görüşü de tıbbi yobazlık olarak görüyorum. Sadece hap ve ilaç vermekle kesinlikle yüzde 100 şifa elde edilmez, aynı zamanda diyet, beslenme, egzersiz, yoga, meditasyon ve yardımcı maddelerin alımı çok önemli.'
Meme kanserine soya
'Menopozu doğal şekilde atlatmak mümkün mü?' sorusunu ise Saraç şöyle yanıtladı:
'Östrojen açığı, doğal ve bitkisel prepatlarla kapatılabilir. Östrojen hormonu içeren bazı bitkiler ve gıdalar var. Örneğin, soyadan elde edilen doğal östrojen normal östrojene göre yan etkileri yüzlerce misli daha düşük. Kanser riski yok denebilecek kadar az. Soyayla beslenen toplumlarda meme kanserine pek rastlanmıyor.
Soyanın yanı sıra doğal östrojen içeren bitkisel preparatlar, bitkisel çaylar ve otlar tüketmek yararlı olabiliyor. Bunların yanında kalsiyum, magnezyum, çinko ve boron alınması gerekiyor.' Hormon ilacı kullanmak zorunda olanların bu ilaçları, bitkisel tedavi edicilerin yanında daha düşük dozda alabileceklerini belirten Saraç, hormon tedavisine gerek duyulan durumları şöyle sıraladı: 'İleri derecede kemik erimesi riski, dayanılmayacak derecede şikayetler var ise ailede meme kanseri riski , kanda pıhtılaşma, inme, kalp hastalığı gibi riskler yoksa kişi kendini gerçekten iyi hissetmiyorsa bu kişiye kimyasal hormonlar verilebilir.'
Östrojen depoları
Adaçayı: Doğal östrojenler içeriyor. Ateş basması, gece terlemeleri gibi menopoz şikayetlerinde etkili.
Soya fasulyesi: Soyadan elde edilen ve doğal östrojen olan isoflavonlar, menopoz şikayetlerini hafifletiyor.
Civan perçemi: Doğal östrojen kaynağı olan bitki menopoz şikayetlerinin giderilmesinde çok yararlı.
Anason: İçinde belli oranda doğal östrojenler ve buna benzer maddeler var. Menopoz sıkıntılarının yanı sıra uyku bozuklukları, gaz kolit, hazımsızlık şikayetlerine iyi geliyor.
Maydanoz: Doğal östrojenler içeren maydanoz menopoz şikayetlerini gidermek için etkili.
Kızıldereli otu: Kızıldereli kadınlar belli bir yaşa geldikten sonra birtakım rahatsızlıklarını gidermek için bu bitkiyi kullanıyorlardı. Bu bitki Türkiye'de de bulunuyor.
Evening Primerose Oil (Çuha çiçeği yağı): Kızılderililer'den kalma bir bitki. Özellikle gece yatarken kullanılıyor. Bitkinin içinde östrojen yok. Ancak ateş basmaları, gece terlemeleri gibi şikayetlerin dışında egzamalara, kolesterole, kaşıntılara, adet sancılarına karşı etkili.
Dr. Ender Saraç
Ender Saraç kabızlık giderici çorba tarifi
Uzman Dr. Ender Saraç'tan kabızlık gidermek ve metabolizmayı hızlandırmak için çorba tarifi:
KABIZLIK GİDERİCİ ÇORBA
Malzemeler :
>Bir kilo arpa
>2 adet kabak
>Pırasa , ıspanak
>Kereviz sapı
>Bir çorba kaşığı zeytin yağı, bir tutam tuz ve su
Hazırlanışı: Akşamdan arpanın üstünü örtecek kadar su dökülerek sabaha kadar bekletin, sabah haşlayın, Sonra diğer malzemeleri de ekleyerek pişirin.
Hazırlamış olduğunuz bu çorbayı sabah aç karnına için.
Kabızlık için bir başka öneriler:
- Kuru kayısıyı ve kuru mürdüm eriğini akşamdan bir bardak suyun içinde bekleterek sabah aç karnına bu suyu için . Suyu içtikten sonra kayısı ve erikleri yiyin .Bu işlemi her sabah tekrarlayın
- Keten tohumunu havanda biraz döğerek sabahları aç karnına , az yağlı yoğurtla karıştırarak yiyin.Bu da kabızlığa çok iyi gelir
Ender Saraç Kabızlık için kek tarifi
MALZEMELER :
2 adet yumurta sarısı
1 fincan sıvı yağ
Tarçın
50 gr keten tohumu (az öğütülmüş)
50 gr yulaf ezmesi
Mürdüm eriği (İsteğe bağlı miktarda)
1-1.5 kahve fincanı şeker
Tam buğday unu (yeteri miktarda)
HAZIRLANIŞI : Yumurtaları akından ayırın ve kek kabında iyice çırpın. Sıvı yağın içine tarçını ekleyip ayrı bir kapta çırpın ve yumurtanın içine katın. Diğer malzemeleri de ekleyerek normal bir kek hamuru elde edin ve 150-160 derecede pişirin.
NOT : Keki 2 ince dilimden fazla yemeyin.
Company
SPT Group has, over the years, been successful in turning basic research into profitable software products and consulting services to the oil and gas industry.
Today SPT Group develops and markets OLGA, Drillbench and MEPO, software products that support solutions maximizing production and reservoir performance. edpm is a proven dynamic online real-time production support system, assisting in the understanding of multiphase flow that enables sustained cost effective operations.
SPT Group currently employs more than 200 professionals world-wide, with a good mix of experience, expertise and education for maintaining the anticipated growth of the company. In addition to a full complement of engineers, our employees range from paleontologists to programmers to highly skilled sales and marketing personnel.
Headquartered in Oslo, Norway, SPT Group has offices and subsidiaries in Bergen, Cairo, Dubai, Hamburg, Houston, Kuala Lumpur, London, Mexico City, Milan, Moscow, Rio de Janeiro and Perth. To support these corporate offices, SPT Group also has an extensive network of agents and representatives worldwide.
Today SPT Group develops and markets OLGA, Drillbench and MEPO, software products that support solutions maximizing production and reservoir performance. edpm is a proven dynamic online real-time production support system, assisting in the understanding of multiphase flow that enables sustained cost effective operations.
SPT Group currently employs more than 200 professionals world-wide, with a good mix of experience, expertise and education for maintaining the anticipated growth of the company. In addition to a full complement of engineers, our employees range from paleontologists to programmers to highly skilled sales and marketing personnel.
Headquartered in Oslo, Norway, SPT Group has offices and subsidiaries in Bergen, Cairo, Dubai, Hamburg, Houston, Kuala Lumpur, London, Mexico City, Milan, Moscow, Rio de Janeiro and Perth. To support these corporate offices, SPT Group also has an extensive network of agents and representatives worldwide.
About Aonix
Aonix is a leading global supplier of solutions for mission-critical software applications. By providing integrated best-of-breed products and professional services for software development, Aonix enables organizations to improve quality and productivity, while reducing technical risks and overall costs. The company provides a set of complementary products that can be used together or combined with other available tools to help customers in their software development process. Aonix tools are designed to be supportive of market standards, and to be flexible and adaptable to specific customers needs. Aonix solutions reflect our 20 years of experience with innovative technologies. Our products and technologies guarantee the high quality level required by strategic and long-lived software systems.
28 Şubat 2009 Cumartesi
düğün çorbası
200 gr Kuzu Gerdan
3 çorba k. un
3 çorba k. yoğurt
yarım Limon Suyu
1 yumurta
etsuyu
1 çorba k. tereyağı
kırmızıbiber
Tuz
HAZIRLANIŞI:
Gerdan etlerini düdüklüde iyice haşlayın ve kemiklerinden
ayırın. Tencereye etleri ve etsuyunu alın. diğer tarafta un,
yoğurt,yumurta ve limon suyu ile bir terbiye yapın. üzerine
soğuk su ilave edin.Bu karışımı tenceredeki etsuyu ile
ılıştırarak tencereye ilave edin. Çorba kaynayınca servis
tabağına alın ve üzerine tereyağı ile yakılmış kırmızı biber
ilave edin.Arzuya göre sirke ilave edilerek afiyetle yenir
'' netten alıntı''.
FINDIK KROKANLI İRMİK HELVASI
MALZEMELER:
3 su b.irmik
2 su b.toz şeker
2 su b.süt
2 su b.su
2 çorba k.tereyağı
1 çay b sıvıyağ
krokanı için:
1 su b.fındık
1 su b.toz şeker
HAZIRLANIŞI:
Tencerenize tereyağını ve sıvıyağı alın. üzerine
irmiği koyup altın sarısı olana kadar kavurun.
rengi aldıktan sonra üzerine kaynamış süt ve
su karışımını dökün. bu aşamada dikkatli olmak
lazım. çünkü etrafa çok sıçrıyor. kapağını kapatıp
suyunu çektirdikten sonra ocağın altını kapatın ve
üzerine toz şekeri boşaltıp kaşıkla iyice karıştırın.
diğer tarafta tavaya toz şekeri alın. rengi sarardıktan
sonra içine bütün fındıkları ekleyin. beraber iyice
rengi dönüp karamel olana kadar pişirin. daha sonra
yağlanmış aliminyum bir tepsiye dökün. soğuduktan
sonra kalıp şeklinde tepsiden çıkartın. merdane ile
üzerinden kuvvetlice geçerek iyice ufalayın. dinlenen
helvanızın üzerine dökerek servis yapın.
''alıntı''
3 su b.irmik
2 su b.toz şeker
2 su b.süt
2 su b.su
2 çorba k.tereyağı
1 çay b sıvıyağ
krokanı için:
1 su b.fındık
1 su b.toz şeker
HAZIRLANIŞI:
Tencerenize tereyağını ve sıvıyağı alın. üzerine
irmiği koyup altın sarısı olana kadar kavurun.
rengi aldıktan sonra üzerine kaynamış süt ve
su karışımını dökün. bu aşamada dikkatli olmak
lazım. çünkü etrafa çok sıçrıyor. kapağını kapatıp
suyunu çektirdikten sonra ocağın altını kapatın ve
üzerine toz şekeri boşaltıp kaşıkla iyice karıştırın.
diğer tarafta tavaya toz şekeri alın. rengi sarardıktan
sonra içine bütün fındıkları ekleyin. beraber iyice
rengi dönüp karamel olana kadar pişirin. daha sonra
yağlanmış aliminyum bir tepsiye dökün. soğuduktan
sonra kalıp şeklinde tepsiden çıkartın. merdane ile
üzerinden kuvvetlice geçerek iyice ufalayın. dinlenen
helvanızın üzerine dökerek servis yapın.
''alıntı''
27 Şubat 2009 Cuma
Öss ve Gençlik Sorunları...
-) ÖSS sınavı liseden sonraki meslek hayatını belirleyecek olması nedeni ile gençler için ciddi anlamda bir stres kaynağı olmakta ve bu konuda gelecek adına endişelerini artırmaktadır.
2-) Sınav sistemi nedeni ile gençler tam bir yarış havasına girmekte ,bulundukları rekabet ortamı gençleri daha da gergin ve huzursuz hale getirerek bu konudaki sıkıntılarını artırmaktadır.
3-) Okula ek olarak Dershaneye gitmek zorunda kalındığından ve dershane ücretlerinin aşırı pahalı olması dolayısıyla bu konuda aileler o dönem için maddi zorluğa girmekte ve ailelerin çocuklarından beklentilerini artırmaktadır. Bu durum gençler üzerindeki mevcut başarı beklentisi stresini büyüterek onların bu konudaki çözümsüzlük duygularını çoğaltmaktadır. Ek olarak sınava bağlı performans kaygılarını artırmaktadır.
4-) Dershaneye gidemeyen gençler çoğunlukla kendilerini sınava hazırlanma ve kazanma konusunda daha yetersiz ve desteksiz hissetmekte ve bu durum onların çalışma performansını negatif yönde etkilemektedir.
5-) Bazı aileler çevrenin de etkisi ile sınavı ''olmak yada olmamak'' gibi algılamakta ve ciddi derecede kaygılı davranmakta, bu kaygı gençlerin ailelerinin gösterdiği gerginlik ve panikten etkilenmelerini sonucunu getirmektedir. Sonuç olarak ailenin sınav konusunda gösterdikleri aşırı kaygı ve panik durumu çocuklarının başarısını artırmak yerine ciddi derecede azaltmaktadır.
6-) Bazı Okul , Dershane ve Ailelerin aşırı başarı baskısı bazı gençleri ''yarış atı'' konumuna sokmakta ve onların sınav harici kendi psikolojik yönlerini ikinci plana atmaktadır.
7-) Ders çalışma gerekliliği nedeni ile sosyal ilişkileri ve eğlenme zamanları azalan gençler bu dönemdeki stres durumundan daha fazla etkilenerek , daha tahammülsüz hale gelebilmekte ve psikolojik yönden ciddi gerilim içine girebilmektedir.
8-) Anne ve babanın yüksek düzeyde başarı beklentisi ( yani çocuklarının başarabileceğinden daha yüksek bir beklenti) gençlerin sınavı başarmaya yönelik kaygı ve endişelerini çok önemli ölçüde artırmaktadır.
9-) Sınavı kazanamama durumunda bir çok ailenin çocuğuna iş ve meslek imkanı sağlama açısından zorlanması gerçeği karşısında bir çok gençte sınav sonrası için belirsizlik düşüncesini oluşturmakta ve '' başka alternatif yok '' düşüncesi nedeni ile onların gerilim ve huzursuzluğunu artırmaktadır.
10-) Kendi istediği meslek haricinde anne baba ve çevrenin istediği meslek seçimine zorlanan gençlerde ciddi derecede ikilem ve bu konuda içsel çatışma oluşmakta ve sınav performansını etkilemektedir.
11-) Olumsuz sınav sonuçları dolayısı ile beklediğini ve bekleneni elde edemeyen gençlerde suçluluk ve yetersizlik duyguları ile birlikte uzun süre psikolojik zorluklar yaşanabilmektedir.
12-) Ders çalışma ve sınava hazırlanma sürecinin gittikçe daha uzun hale getirilmesi (hatta bazı öğrenciler Lise-1 den itibaren sınav için yönlendirilmekte) , onların yorgunluğunu artırarak çalışma performansını azaltmaktadır.
13-) Uzun süre (genelde sene başından sene sonuna kadar) ders çalışmak zorunda kalan gençlerde , tahammülsüzlük , çabuk sinirlenme , çabuk yorulma , öğrenme performansının düşmesi , mutsuzluk , anne baba ile çatışmalarda artış , uyku ve yemek düzenlerinde değişiklikler görülebilmektedir.
14-) Dershaneye ek olarak okul başarısını da devam ettirmek zorunda olan gençlerin başarılı olma kaygısı daha da artarak sınava bağlı zorlukları artırmaktadır.
15-) Çalışma motivasyonunu sağlayamayan gençler değişik sıradan bahaneler ile sınava çalışma hızlarını azaltarak başarı hedefini yakalayamamaktadır.
16-) O döneme ait dalgalanmalı duygu durum , sınava çalışmayan arkadaş çevresi , evde uygun olmayan çalışma ortamları , kolay ulaşılan ve uzun zaman harcanan kitle iletişim araçları , gençlerin günlük ders çalışma ve öğrenme motivasyonlarını azaltmaktadır.
17-) Sadece başarı beklentisi olan gencin o döneme ait zorluklarını dikkate almayan , çocuğunu anlamak için gayret göstermeyen , olayın sadece tek yönünü düşünen ve bu aşamada çocuğunu psikolojik olarak yalnız bırakan anne babalar sınav başarısını ve çalışma motivasyonunu olumsuz etkilemektedir.
18-) Bazı anne babalar tarafından yapılan önemli hatalardan biride çocuğunu daha başarılı olan diğer arkadaşları ve daha önce başarıyı yakalamış farklı kişiler ile sürekli kıyaslayarak çocuklarının başarı kaygılarını ve performans anksiyetelerini artırmalarıdır.
19-) Artan kaygı ve stres durumu nedeni ile bazı bedensel belirtiler ortaya çıkabilmekte ( baş ağrısı , mide bulantısı , ders çalışmaya başlayınca uyuklama vb) bu belirtiler öğrenme ve ders başarısını olumsuz etkilemektedir.
20-) Muhtemel kötü sınav sonuçları sonrasında bilinçsizce yapılan yargılama ve eleştiriler öğrencilerin sıkıntılarını artırarak anne baba - genç ilişkilerinin bozulmasına ve sonraki senelerde ki sınav performansının negatif etkilenmesine neden olabilmektedir.
Unutulmalıdır ki ideal ve psikolojik yönden rahat bir öğrenme ve çalışma ortamı öğrencinin başarısını artıracaktır. Ve her bir genç kendi kapasite ve yeteneğine uygun bir yüksek öğrenim kurumuna girebilecektir. Öğrenmeyi azaltan en önemli negatif etkenlerden birisi o olay ile ilgili yaşanan stres ve kaygı (anksiyete) durumudur. Bu durumda bir kısır döngü oluşmakta , öğrenci aslında rahat bir ortamda öğrenebileceği bir çok şeyi kaygı ve stres ortamında öğrenememekte ve bu başarısızlık onun kaygı durumunu daha da artırmakta ve giderek bu döngü ile öğrenme kabiliyeti azalmaktadır. Yukarıda sıraladığımız kaygı durumunu artıran ve stresi artıran etkenler dolayısı ile performans kaygısı dediğimiz durumu oluşturmaktadır. Ders çalışma sırasında gösterilen stres ve sınava ait yanlış inanışlar sınav sırasında da kendisini göstermekte ve normalde yapılabilecek sorular sınav sırasında yapılamamaktadır.
Bütün bunlara ek olarak anne babalara ve bu konu ile ilgili herkese tavsiyemiz ; bu sınav süreci ve sınav sonuçlarının öğrenilme aşaması içinde mümkün olduğunca öğrencilere psikolojik destek sağlayarak , onların bu sıkıntılı dönemlerinde yanlarında olmak ve olumlu yönlendirme ile başarı artışının sağlanması gerekliliğidir.
Gençlerde olabilecek depresyon , dikkat eksikliği durumu , anksiyete bozuklukları , o an için etkili psiko sosyal stres faktörleri , uyum güçlükleri , sosyal çevre ve aile ile ilgili ilişki sorunları ve bazı psikiyatrik rahatsızlıklar ders ve okul başarısızlığını artırmaktadır.
ALINTIDIR
ÖSS YENİ SINAV SİSTEMİ (RABBİM HERKESİN GÖNLÜNE GÖRE VERSİN)
ÖSS'de 10 soru yerine 30 soru çözülecek!
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, üniversiteye giriş için düzenlenen yeni sınav sisteminde öğrencilere yeni konular getirmediklerini, ancak öğrencilerin biraz daha fazla soruya cevap vereceklerini söyledi.
Prof. Yarımağan, Gaziantep Üniversitesi'nde düzenlenen, ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticileri toplantısı öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Yeni sınav sistemiyle ilgili çalışmaların devam ettiğini, bununla seçme yerleştirmenin daha sağlıklı olacağını anlatan Yarımağan, öğrencilerin bilgilerini daha ayrıntılı olarak seçeceklerini, bilgi ve yetenekleriyle daha uyumlu programlara gitmelerini sağlayacaklarını belirtti.
Ünal Yarımağan, öğrenciler açısından yeni sınav sisteminde bir fark bulunmadığını, öğrencilerin yine aynı derslere çalışacaklarını ve benzer soruları cevaplandıracağını ifade ederek, “Yeni bir konu getirmiyoruz, ama biraz daha fazla soruya cevap verecekler, o kadar. Öğrenciler açısından endişe edilecek bir durum yok. Öğrenci bugün fizikten, kimyadan, matematikten sınava giriyorsa yeni sistemde de bu derslerden sınava girecek” dedi.
YENİ SİSTEMİN FARKI...
Yeni sınav sisteminde, eski sınav sisteminde sorulan sorulara benzer sorular olacağını vurgulayan ÖSYM Başkanı Yarımağan, şöyle konuştu:
“Tek değişen nedir derseniz, bu sene lise fiziğinden öğrenci 10 soruya cevap veriyorsa seneye 30 soruya cevap verecek o kadar. Bu da öğrencinin davranışını, alanını, çalışmasını etkileyecek bir olay değil. Daha çok soruya cevap verecek diye öğrencilerin daha çok çalışmasına gerek yok. Aynı şekilde çalışmalarına devam edecekler. Bugün bir tane sayısal puanımız var. O sayısal puanın içinde fizik, kimyanın ayrımı yok, fen puanı var onun içinde. Aynı sayısal puan ile tıbba da gidiyor, hemşireliğe de gidiyor, elektrik mühendisliğine de gidiyor, kimya mühendisliğine de gidiyor, bilgisayar mühendisliğine de gidiyor. Oysa bu puanların gerektirdiği öğrenci profili birbirinden farklı olabilir. Bazı bölümler için kimya daha önemlidir, bazı bölümler için matematik, bazıları için fizik. Biz, yeni sistemde adayın fizik, kimya, matematik, biyoloji gibi ders düzeyinde bilgilerini ölçeceğiz ve farklı puan türleri oluşturarak, adayların bu programlara daha sağlıklı biçimde gitmesini sağlayacağız.”
“FARKLI PUAN TÜRLERİ OLUŞTURACAĞIZ”
ÖSYM Başkanı, puanlama ile ilgili ayrıntılar üzerinde çalıştıklarını, bu konunun henüz netleşmediğini, bugünkü sayısal puanı yerine 7-8 ayrı puan türünün olabileceğini anlatarak, sözlerini şöyle tamamladı:
“Örneğin, bugünkü sayısal puanı yerine 7-8 ayrı puan türü olacak. Birisi tıp için olacak, birisi inşaat mühendisliği, birisi bilgisayar mühendisliği için olacak. Birisinde kimya, biyoloji ağırlıklı olacak, birisinde fiziğin ağırlığı fazla olacak. İşte bu yüzdende öğrenciler bilgi ve yetenekleriyle daha orantılı daha ilgili programlara gidecekler. Yani öğrenciler için iyi bir sistem olacak.”
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, üniversiteye giriş için düzenlenen yeni sınav sisteminde öğrencilere yeni konular getirmediklerini, ancak öğrencilerin biraz daha fazla soruya cevap vereceklerini söyledi.
Prof. Yarımağan, Gaziantep Üniversitesi'nde düzenlenen, ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticileri toplantısı öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Yeni sınav sistemiyle ilgili çalışmaların devam ettiğini, bununla seçme yerleştirmenin daha sağlıklı olacağını anlatan Yarımağan, öğrencilerin bilgilerini daha ayrıntılı olarak seçeceklerini, bilgi ve yetenekleriyle daha uyumlu programlara gitmelerini sağlayacaklarını belirtti.
Ünal Yarımağan, öğrenciler açısından yeni sınav sisteminde bir fark bulunmadığını, öğrencilerin yine aynı derslere çalışacaklarını ve benzer soruları cevaplandıracağını ifade ederek, “Yeni bir konu getirmiyoruz, ama biraz daha fazla soruya cevap verecekler, o kadar. Öğrenciler açısından endişe edilecek bir durum yok. Öğrenci bugün fizikten, kimyadan, matematikten sınava giriyorsa yeni sistemde de bu derslerden sınava girecek” dedi.
YENİ SİSTEMİN FARKI...
Yeni sınav sisteminde, eski sınav sisteminde sorulan sorulara benzer sorular olacağını vurgulayan ÖSYM Başkanı Yarımağan, şöyle konuştu:
“Tek değişen nedir derseniz, bu sene lise fiziğinden öğrenci 10 soruya cevap veriyorsa seneye 30 soruya cevap verecek o kadar. Bu da öğrencinin davranışını, alanını, çalışmasını etkileyecek bir olay değil. Daha çok soruya cevap verecek diye öğrencilerin daha çok çalışmasına gerek yok. Aynı şekilde çalışmalarına devam edecekler. Bugün bir tane sayısal puanımız var. O sayısal puanın içinde fizik, kimyanın ayrımı yok, fen puanı var onun içinde. Aynı sayısal puan ile tıbba da gidiyor, hemşireliğe de gidiyor, elektrik mühendisliğine de gidiyor, kimya mühendisliğine de gidiyor, bilgisayar mühendisliğine de gidiyor. Oysa bu puanların gerektirdiği öğrenci profili birbirinden farklı olabilir. Bazı bölümler için kimya daha önemlidir, bazı bölümler için matematik, bazıları için fizik. Biz, yeni sistemde adayın fizik, kimya, matematik, biyoloji gibi ders düzeyinde bilgilerini ölçeceğiz ve farklı puan türleri oluşturarak, adayların bu programlara daha sağlıklı biçimde gitmesini sağlayacağız.”
“FARKLI PUAN TÜRLERİ OLUŞTURACAĞIZ”
ÖSYM Başkanı, puanlama ile ilgili ayrıntılar üzerinde çalıştıklarını, bu konunun henüz netleşmediğini, bugünkü sayısal puanı yerine 7-8 ayrı puan türünün olabileceğini anlatarak, sözlerini şöyle tamamladı:
“Örneğin, bugünkü sayısal puanı yerine 7-8 ayrı puan türü olacak. Birisi tıp için olacak, birisi inşaat mühendisliği, birisi bilgisayar mühendisliği için olacak. Birisinde kimya, biyoloji ağırlıklı olacak, birisinde fiziğin ağırlığı fazla olacak. İşte bu yüzdende öğrenciler bilgi ve yetenekleriyle daha orantılı daha ilgili programlara gidecekler. Yani öğrenciler için iyi bir sistem olacak.”
24 Şubat 2009 Salı
Kabızlık tedavisi için pırasa
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu kabızlığın giderilmesi için zeytinyağlı pırasa yemeğini önerdi.
Haftada en az 4 kere pirinçsiz olarak hazırlanan zeytinyağlı pırasa yemeği tükettiğinizde kabızlık sorunu ortadan kalkar. Bu kabızlığa karşı mükemmmel bir çözümdür.
Pırasa
Zambakgiller familyasından; sebzelik bir bitkidir. Soğanı uzun ve göbeklidir. Yazın ürün almak için ilk baharda veya güz aylarında; kış mevsiminde ürün almak için ise yaz aylarında ekilir. Yurdumuzda kamış pırasası ve kara pırasa denilen çeşidi çok yetiştirilir.
İdrar söktürür. Şurubu göğsü yumuşatır, öksürüğü keser. İştahsızlığı giderir. Mide rahatsızlıklarına iyi gelir. Romatizma, mafsal ağrıları, damar sertliği, böbrek hastalıkları, üremi ve idrar tutukluğunda faydalıdır. Böbreklerdeki kum ve taşların düşürülmesine yardımcı olur. Suyu yüzdeki sivilce ve lekelere faydalıdır. Sinirleri kuvvetlendirir. Kabızlığı giderir. Basur memeleri için faydalıdır. Arı sokmasında da kullanılır.
İbrahim saraçoğlu İltihaplı sivilce ve akneler için soğan suyu kürü
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu bazı bayanların sırtlarında,yüzlerinde ,ciltlerinde ve karın bölgelerinde oluşan iltihaplı sivilce ve akneler için soğan suyunun mükemmel bir çözüm olduğunu açıkladı.
İltihaplı sivilce ve akneler için soğan suyu kürü:
iltihaplı sivilce ve akneler için kuru soğan suyunu günde 2 kez iltihaplı sivilce ve aknelerin üzerine kulak temizleme çubuğunun ucundaki pamuk yardımıyla sürün.
karaciger yaglanması için yapılacak kür
Karaciğer yağlanması (Hepatosteatoz) için mükemmel bir yardımcı tedavi maydanoz-limon kürü uygulamasıdır.
Maydanoz-Limon kürünün uygulama şekli :
Saplı olarak 15-16 adet taze maydanozu mutfak robotuna yada blendera eliniz ile biraz parçalayarak koyun ve üstüne yarım limon suyu (iki yemek kaşığı) ve yarım bardak su ilave edin.
Mutfak robotunuzu çalıştırın, iyice karıştırarak sabah kahvaltısından yarım saat önce aç karnına tamamını için. En erken yarım saat sonra kahvaltıya başlayabilirsiniz. Onbeş gün ara vermeden her gün sabah bu kürü uygulayın ve onbeş günlük uygulamadan sonra bir hafta ara verin.
Bir hafta ara verdikten sonra tekrar onbeş gün aynı şekilde uygulayın ve kürü sonlandırın. Beş-altı ay sonra durumunuza göre bu kürü aynı şekilde tekrar edebilirsiniz.
Eğer,orta ya da ileri derecede karaciğer yağlanması söz konusu ise, Maydanoz Limon kürüne paralel olarak aynı günün akşam yemeğinden iki saat sonra lavanta kürü de uygulanmalıdır.
Yılda 2-3 kez uygulanacak Maydanoz-Limon kürü ile karaciğer yağlanmasını önlemiş olursunuz.
Karaciğer yağlanması fibroz ya da siroza dönüşebilmekte veya karaciğer kanserine neden olabilmektedir. Bu kürle hem karaciğer yağlanması önlenir hem de karaciğer arındırılır.
Dikkat: Hiç bir kürü alışkanlık haline getirmeyiniz ve sürekli uygulamayınız.
Uyarı: Hekim kontrol ve önerilerini ihmal etmeyiniz.
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu
23 Şubat 2009 Pazartesi
KADIN HASTALIKLARI
Vajinal akıntılar, her kadının, en başta sağlığı olmak üzere, sosyal ve cinsel yaşamını etkileyen ve sıkça görülen enfeksiyon hastalıklarının bir sonucu olarak görülürler. Kadın hayatının hemen her döneminde karşımıza çıkabilen bu şikayetlerin nedenini, niteliğini ve tedavi yollarını daha iyi anlayabilmek için öncelikle vajinanın anotomik ve fizyolojik yapısı hakkında bilgili olmak gerekir.
Vajinal anatomive fizyoloji: Vajina vücudun dışa açılan kapılarından birisidir. Genel olarak kas ve mukozadan oluşmuş, boru şeklinde bir organdır. Başlıca üç görevi vardır;
1) Cinsel ilişkinin gerçekleştiği ve meni sıvısının toplandığı yerdir,
2) Adet kanının akışının sağlandığı kanaldır,
3) Doğum kanalıdır.
Vücuttaki konumu itibariyle mesane (idrar kesesi) ve idrar kanalının (üretra) arkasında, rektumun (kalın barsağın son kısmı) önündedir. Vajen duvarı yumuşak kas ve fibroelastik bağ dokusundan oluşmuştur. Bu doku ve serviks dediğimiz rahim ağzının bir kısmı, çok katlı yassı epitelden oluşan bir mukoza ile örtülüdür. Vajinanın nemli kalmasını sağlayan ve kayganlaştıran sıvı rahim ağzındaki salgı bezlerinden sağlanmaktadır
VAJİNAL AKINTI
FİZYOLOJİK PATALOJİK
VAJİNAL SERVİKAL
Ostrojen düzeyinin artığı dönem
Cinsel Uyarım
Gebelik
Mantar Enfeksiyonları
Trikomonas vajiniti
Bakteriyel vajinozis
Genital Herpes vajiniti
Servisit
Gonore
Non-spesifik enf.
Herpes
Servikal neoplasm
Fizyolojik vajinal akıntılar: Kokusuz, şeffaf ve sümüksü kıvamda olan fizyolojik akıntı, ovulasyon dediğimiz yumurtlama dönemi gibi östrojenin yükseldiği dönemlerdeartış gösterir. Cinsel uyarı sırasında da bartholin ve skene bezlerinden salgılanan hafif beyazımsı renkteki sıvı kayganlaştırıcı niteliktedir ve yine fizyolojiktir. Gebelikte servikal bezlerin aktivitelerinin artması nedeniyle beyazımsı renkli, hatta bazen hafif partiküllü görünümde olan akıntılar da fizyolojiktir.
Normal vajinal flora: Bu deyim, her zaman vajinada bulunan ve normal şartlarda vücuda zarar vermedikleri halde direncin düştüğü bazı hallerdeenfeksiyon ve dolayısıyla akıntıya neden olabilen bir grup mikro organizma için kullanılmaktadır. Bunlar; Döderlein ve Smegma basilleri, stafilokoklar, streptokoklar ve E. Coli dir. Bu bakterilerin fermentasyonu ile sağlanan asidik ortam, vajeni enfeksiyonlardan koruyan primer mekanizmadır. Hormonal siklusun bozulması, bir kısım cerrahi girişimler, düşükler, non-hijyenik durumlar (tampon kullananlarda tamponun uzun süre değiştirilmemesi gibi) bazı antibiyotiklerin kullanımı ve benzeri olaylar vajinal florayı bozmak yoluylaenfeksiyonlara neden olabilirler.
Mantar enfeksiyonları: Vajinal enfeksiyonlar içinde en sık görülenlerdendir. Gebelik, geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı, immunsupresyon ve diabet enfeksiyonun oluşmasına zemin hazırlayan faktörlerdendir. Sık olmamakla birlikte (% 20) cinsel ilişki ile debulaşma sözkonusudur. Vajinal mantar enfeksiyonlarının % 85 inden Candida Albicans denen tür sorumludur. Klinik olarak hastaların çoğunda beyaz renkli, partiküllü, kesik süt ya da peynir kırıntısı görünümlü akıntı ve kaşıntı vardır. Kaşıntının şiddetine göre vulva ve vajen girişinde tahrişe bağlı eritematöz ve ödemli bir görünüm de olabilir. Bunların dışında vajinal ağrı, disparoni (ağrılı cinsel ilişki), yangı, disüri (idrar yaparken yanma) ve nadiren koku olabilir. Karakteristik olarak şikayetler adetin başlamasından önceki hafta şiddetlenir ve adetle birlikte azalır. Teşhis için genellikle klinik görünüm ve hastanın tanımlaması yeterli olmakla birlikte, akıntı örneği lam üzerine alınarak üzerine% 10 luk potasyum hidroksit ekledikten sonra mikroskop altında mantar hiflerini görebilmek de mümkündür. Tedavide oral ya da vajinal yolla kullanılan preperatlar yanında topikal pomat ve kremlerden uygun olanlar seçilebilirler. Vajinal kandidiazis tedavisinde en sık; Fentikonazol, Butakonazol, Klotrimazol, Mikonazol, Ekonazol, Tiokonazol, Terkonazol ve Nistatin’ dir. Genellikle eş tedavisi de önerilmelidir. Gebelikte, özellikle ilk trimestride topikal pomatlar dışındaki müstahzarları kullanmak konusunda mümkün olduğunca muhafazakar davranmak yerinde olur. Vajinal mantar enfeksiyonlarının çoğu topikal tedaviye cevap verir. Ancak direnç gösteren ya da tekrarlayan enfeksiyonlarda tedavi kürünün bir ya da iki kez tekrarınaveya sistemik tedaviye gerek duyulabilir. Ayrıca hastaya perine ve vulvayı kuru tutması, sentetik ve dar çamaşırlar yerine pamuklu ve rahat çamaşırları tercih etmesi önerilmelidir.
Trikomonas enfeksiyonları: Son yıllarda, cinsel ilişki ile geçen parazit kökenli hastalıklar içinde en yaygın görüleni trikomoniazis’ tir. Etkeni Trichomonas Vaginalis, anaerob, 4 flagelli bir protozoondur. Bilinen konak sadece insandır. Bilinen parazit protozoonlar içindeısı koşullarına ve kuruluğa en dayanıklı olanıdır. Konakçı-parazit ilişkileri açısından kompleks bir fenomendir teşkil eder. Vajendeki epitel hücrelerine yapışması onun farklı özelliklerinden biridir.
Trikomonas kadınlarda erkeklerden daha çok semptomatik seyreder. Ayrıca erkeklerde spontan iyileşme de sözkonusu olmasına rağmen kadınlar mutlak tedaviye ihtiyaç duyarlar. Kadınlarda en sık vajina ve serviksi tutmakla birlikte, daha nadir olarak üretra ve mesane de tutulabilmektedir. Trikomoniazis enfeksiyonunun ancak % 15-20 kadarı semptomatik seyretmektedir. Bu nedenle asemptomatik taşıyıcılar hastalığın yayılmasında büyük önem taşımaktadırlar. Büyük oranda cinsel ilişki ile bulaşmakla birlikte, havlu, mayo vs materyallerin ortak kullanımında da kontaminasyon sözkonusudur. Semptomatik hastalarda en sık rastlanan şikayet; kötü kokulu, aşırı vajinal akıntıdır. Akıntının sulu, sarı-yeşil köpüklü, kötü kokulu ve fazla miktarda olması trikomoniazis için tipik olmakla birlikte çoğu hastada bunu görebilmek mümkün olmamaktadır. Diğer semptomlar; vulvar kaşıntı ve buna bağlı tahriş, üretrit ve sistit, adet dışı anormal kanamalar (özellikle cinsel ilişki sonrasında) sayılabilir. Muayene sırasında serviksin çilek görünümünde olması enfeksiyonun ciddiyeti ile ilgili olabilir. Klinik görünüm dışında tanı; direk mikroskopide hareketli flagelli protozoonun görülmesi ile konur. Ayrıca vajinal akıntı örneği lam üzerinde % 10 luk potasyum hidroksit ile muamele edildiğinde hastaların çoğunda balık kokusu alınabilir (whiff testi). Yapılan vaginal smear’ larda ‘clue’ hücrelerinin görülmesi de tipiktir. Gebeliğin ilk 3 ayında kullanılması kesinlikle sakıncalı görülmekte, ikinci ve üçüncü trimestrilerde de tartışmalıdır. Gebelerde erken doğum, erken membran rüptürü ve düşük doğum ağırlığına neden olabilir. Bu nedenle prenatal bakım sırasında yüksek risklilerin taranması önerilmektedir. Lohusalıkta ise yüksek febril morbidite riski taşımaktadır. Ayrıca postop. enfeksiyonların çoğunun patogenezine de girebilmektedir.
Tedavide klasik ilaç metronidazol’ dür. Enfeksiyonla ilk kez karşılaşanlarda tek doz 2 gr. metronidazole iyi bir seçim olmakla birlikte aynı zamanda hasta uyumu açısından da son derece başarılıdır. Eş tedavisi mutlaka gereklidir. Rekürren hastalarda günde 3 kez 250 mgr. metronidazolün 7 gün kullanılması ile başarı sağlanabilmektedir. Erkeklerin tedavisinde uzun kür daha başarılıdır. Tek doz tedavi başarısız olduğunda ikinci kez tek doz uygulaması da düşünülebilir. Bu şekilde de % 85 başarı bildirilmektedir. Sistemik tedavi yanında, vajinal sıvıda, ilaç konsantrasyonunu artırmak amacıyla vajinal yoldan günde iki kez 500 mgr. alınan preperatlar tedavinin başarı şansını daha da artırmaktadır. Metronidazolün alkol alanlarda antabus benzeri etki oluşturduğu mutlaka hastalara bildirilmelidir. Ayrıca parestezi (metalik tat) ve nötropeni de görülebilen yan etkilerdendir.
Bakteriyel vajinozis: Bu terim, klinik inflamasyon belirtisi ve belirgin lökopeni olmaksızın artan vajinal akıntıyı tanımlamak için kullanılmıştır. Bu tablonun nedeni mantar ya da parazitler olmadığından bakteriyel vajinozis olarak isimlendirilmişlerdir. Bununla beraber spesifik bir patojen ajan da tariflenememiştir. Genellikle etken görülen mikroorganizmalar; Gardenella başta olmak üzere, Mobiluncus, Bacterioides, Peptococcus, Mpcoplasma ve diğer anaeroblardır. Sıklıkla üretken yaştaki kadınları etkilemekle birlikte, prepuberte ve menopozda da görülebilmektedir. RİA (rahim içi araç) kullanımının ve teşhis öncesinde, son bir ay içindeki cinsel partnerlerin sayısı bakteriyel vajinoz için direk olarak ilişkili görülmüştür. Hastalığın cinsel yolla bulaştığını gösteren ve bunun karşıtı olan bir çok fikir olsa da genel kanı cinsel yolla bulaşmanın mümkün olduğu yönündedir. Hastaların yaklaşık % 50 si asemptomatiktir. Bu nedenlepratikte sanılandan çok daha yaygın olarak bulunmaktadır. Semptomatik hastaların en sık şikayetleri kıvamlı, sarı-gri renkte, kötü kokulu (balık kokusu), cinsel ilişki sonrası kokusu daha da artan bir akıntıdır. Bazen hastalar akıntıyla birlikte ortaya çıkan az ya da orta dereceli bir kaşıntıdan da şikayetçidirler. Teşhiste hastaların öyküsü yanında asıl tanı kriteri olarak amin testi ve miktoskopik incelemegerekir. Akıntı örneği % 10 luk potasyum hidroksit ile muamele edildiğinde kötü vetipik bir koku alınıyorsa amin testi pozitifdir. Ayrıca akıntı örneğinin mikroskopik incelenmesi sırasında görülen ‘clue’ hücreler tanı koydurucudur. Clue hücreler ve bakteriyel floradaki değişiklikler PAP smear incelemesi sırasında da görülebilir. Rutinde kullanılan bu tetkikler dışında daha ayrıntılı ve uç tetkikler de bulunmaktadır (Gram boyama, kültür, prolin aminopeptidaz aktivitesi, gaz-likit kromatografi gibi).
Metronidazol bakteriyel vajinozis tedavisinde de tercih edilen ilaçtır. Bir kaç farklı pozoloji uygulanabilmesine rağmen en sık kullanılan iki doz şeması şöyledir; 7 gün boyunca günde 2 kez 500 mgr. veya 2 gr. tek doz şeklindedir. Ancak 7 günlük tedavi seçeneği ile daha yüksek iyileşme oranları bildirilmektedir. Oral klindamisin, tedavide kullanılabilecek diğer bir ilaçtır. 7 gün, günde 2 kez 300 mgr uygulama ile başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Özellikle metronidazolün telöre edilemediği hastalarda iyi bir tedavi seçeneğidir. Klindamisin alan hastalara yan etki olarak kanlı diare yapabileceği bildirilmelidir. Her iki ilacın da vajinal yoldan kullanılan krem formları mevcuttur. Bunların da tedavi yüzdeleri oldukça yüksektir. Kombine tedaviler başarı şansı açısından daha iyi görülmektedir.
Gebelikte geçirilen bakteriyel vajinoz erken membran rüptürü, erken doğum tehdidi, koriyoamnionit ve postpartum endometrit gibi ağır komplikasyonlara neden olabilir. Gebelikte tedaviilk trimestride metronidazole için mümkün görünmese de diğer ilaç seçenekleri denenebilir.
Herpes Simpleks Virus enfeksiyonu: Etken virus, Herpes Symplex Hominis tip1 ve tip2 dir (HSV-1 ve HSV-2). Mukozal, epidermal ve dermal kontak yoluyla bulaşır. Taşıyıcıda gözle görülür lezyonların olması şart değildir. Oda sıcaklığı ve kuruluğa dayanıksız olduğu bilindiğinden hava ya da damlacıklar yoluyla bulaşması pek olası değildir. Primergenital herpes enfeksiyonlarının % 70-75 inden HSV-2 ve % 25-30 undan HSV-1 sorumludur. Nükslerin % 60-88 inden Tip2 sorumlu iken, % 14-25 inden Tip1 sorumlu görülmektedir. HSV enfeksiyonları epidemik boyutlarda yayılmaktadır. Virusla bir kez enfekte olunduktan sonra, hastalık yaşam boyu sürer ve oldukça fazla bir morbidite gösteren nükslere de neden olabilir. Genellikle cinsel aktivitenin başlamasıyla birlikte görülmeye başlar. İlk yakalanan hastalar genel olarak 18-36 yaşlarında olmakla beraber, 20-24 yaşlarında görülme sıklığı açısından pik yapar. Genital herpes enfeksiyonu cinsel ilişki sonucu geçiyor olmasına rağmen, partnerine HSV geçiren hastaların çoğunda bulaşma öncesi yakın dönemde tipik bir genital herpes atağı öyküsü yoktur.
Klinik bulgular, semptomatik hastalarda dramatik seyretmekle birlikte, çoğu vaka asemptomatiktir. Klinik seyir açısından 3 tip sözkonusudur;
1) Primer Herpes Vulvovajiniti; HSV 1 ve 2 ye karşı antikor bulunmazken genital herpes görülmesine primer enfeksiyon denir.
2) Non-primer enfeksiyon atağı; HSV 1 ve 2 ye karşı antikor varken ilk kez görülen enfeksiyon atağıdır.
3) Tekrarlayan enfeksiyon; daha öncehastayı enfekte etmiş olan aynı virusla gerçekleşen enfeksiyondur.
Tip 1 ve 2 enfeksiyonlar klinik olarak birbirinden ayırt edilemezler. Primer enfeksiyonların %60-70 i Tip2 tarafından oluşturulur. Hastaların çoğunda; ateş, başağrısı, kırgınlık, miyalji, bel ve sırt ağrıları yanında ense sertliği, fotofobi ve aseptik menenjit tipi serebrosipinal sıvı bulguları, parestezi ve alt ekstremitede zayıflık gibi nörolojik semptomlar da görülebilmektedir. Genital lezyonlar tipiktir; ilk olarak labia major, labia minor ve mons pubise yayılmış vaziyette küçük vezikül ve pistüller görülür. Bunlar ağrılıdırlar. % 75 vakada açık renkli, mukopürülan akıntı vardır. Servikal lezyonlar hastaların% 80-90 ında vardır ve genelliklediffüz frajilite ve servikal vezikülasyonla seyreder. Bir kaç gün içinde, tek tekizlenebilen veziküller birleşerek ülserler oluştururlar. Bu ülserler 1-2 hafta kalır, kabuklanır ve iz bırakmadan iyileşirler. Viral dökülme primer enfeksiyonda yaklaşık olarak 12 gündür. Başlangıçtan itibaren tam iyileşmeye kadar geçen süre yaklaşık 20-25 gündür. Semptomların çoğu bulaşmadan 1 hafta sonra ortaya çıkar, bundan sonraki 4 gün içinde pik yapar ve sonraki hafta içinde de kaybolurlar. Ekstragenital kutanöz lezyonlar en sık kalçalarda ve civarında görülür.
Diğer klinik formlarda semptomlar nispeten daha hafif ve az görülürler. Ancak farklı olarak tekrarlayan enfeksiyonlar hastalarda anksiyete ve seksüel disfonksiyon meydana getirebilirler. Tekrarlayan formda klinik gidiş her nükste aynı değildir ve değişiklikler gösterir. Daha önceden HSV-2 ile enfekte olmuş kadınların % 1 i semptomları olmaksızın virüsü yayacaklardır. Bu asemptomatik hastaların yaklaşık % 80 inde hiç bir zaman enfeksiyon görülmeyecektir.
Gebelikte tekrarlayan formda herpes enfeksiyonu sık görülür. Gebelik tekrarlayan enfeksiyonun klinik gidişini genellikle etkilemez. Bununla birlikte yaygın enfestasyon ve ölümle seyredebilen gestasyonel primer enfeksiyonlar da bildirilmektedir. Spontan abort, prematürite, intrauterin gelişme geriliği de bu komplikasyonlardandır. Konjenital ve neonatal enfeksiyonlarise nadir görülürlerKonjenital enfeksiyonlar mikrosefali, koriyoretinit ve nedbeleşen geniş deri lezyonları ile seyreder. Maternal genital HSVenfeksiyonunun en korkulan komplikasyonu neonatal enfeksiyondur. Genellikle vajinal doğum sırasında asemptomatik maternal virus dökülmesi ile oluşur ve uygun antiviral tedaviye rağmen enfekte yenidoğanların % 40 ı ölür, yaşamayı başaranların çoğunda da önemli morbiditeler ortaya çıkar. Primer maternal bir enfeksiyonda neonatal enfeksiyon riski % 50 kadardır.
Teşhisde virüs izolasyonu tanı koydurucudur. Veziküler ve pistüler lezyonların% 90 ından virus izole edilebilirken, ülserlerin % 70 inden ve kabuklanmış lezyonların ancak % 25 inden izole edilebilir. Ayrıca virüse karşı oluşan antikorların tesbitindeserolojik testler de kullanılmaktadır. Ancak serolojik testler Tip1 ve 2 nin ayrımında başarılı değildir.
Tedavide kullanılabilen tek ilaç asiklovirdir. Asiklovirin topikal, oral ve intravenöz formları klinik forma göre seçilir. Hospitalizasyon gerektirmeyen hafif vakalarda oral yoldan günde 5 kez 200 mgr 10 günlük tedavi başarılı olmaktadır. Hospitalize olan hastalarda 8 saatte bir 5mgr. /kgr. intravenöz uygulama uygun olur. Sık tekrarlayan klinik formlarda supresif tedavi amacıyla günde 2-3 kez400 mgr. lık oral tedavi seçilebilir. Supresif tedavi almakta olan hastada nüks ortaya çıkması halinde terapötik bir kür tedaviye geçilir ve eğer supresyon sağlanırsa tekrar sufresif tedaviye dönülür. 1 yıl supresif tedavi alanlarda nüks çıkmamışsa tedavi kesilir.
Gebelikte dissemine primer enfeksiyon durumunda asiklovirin fetus açısından emniyeti bilinmemekle beraber maternal mortalitenin yüksek oluşu nedeniyle kullanılma zorunluluğu vardır. Dissemine primer enfeksiyon dışındaki klinik formlarda neonatal enfeksiyon, genelikle genital lezyonların varlığında virus dökülmesi olacağından ancak vajinal doğum olması halinde söz konusu olabilecektir. Bu tip hastalarda vajinal doğum sadece gebeliğin sonlarına doğruvajinal lezyonların tamamen kaybolması halinde uygun olabilir. Aksi hallerin tümünde sezeryan tercih edilmelidir.
Korunma için bir takım kurallara dikkat edilmelidir. Özellikle semptomatik dönemlerde cinsel ilişkiden sakınılmalıdır. Hatta asemptomatik taşıyıcılardan kaynaklanan bir kaç tranmisyon olgusu görüldüğünden bir şekilde HSV 2 enfeksiyonu geçirenler, cinsel ilişkilerde bariyer yöntemleri kullanmalıdırlar. Gebe kadınlar için en önemlisi primer enfeksiyondan kaçınmaktır. Gebeler daha önceden veneral bir hastalık geçiren yada herpetik enfeksiyon geçirmiş olan partneri konusunda uyarılmalı ve cinsel ilişkilerde kondom kullanmaları önerilmelidir. Gebe kadınları ve hatta gebelik düşünenleri ve eşlerini HSV-2 antikorları açısından taramak en akıllıca olanıdır.
Op.Dr.Özgür LEYLEK
Kadın Hast.ve Doğum Uzmanı
Vajinal anatomive fizyoloji: Vajina vücudun dışa açılan kapılarından birisidir. Genel olarak kas ve mukozadan oluşmuş, boru şeklinde bir organdır. Başlıca üç görevi vardır;
1) Cinsel ilişkinin gerçekleştiği ve meni sıvısının toplandığı yerdir,
2) Adet kanının akışının sağlandığı kanaldır,
3) Doğum kanalıdır.
Vücuttaki konumu itibariyle mesane (idrar kesesi) ve idrar kanalının (üretra) arkasında, rektumun (kalın barsağın son kısmı) önündedir. Vajen duvarı yumuşak kas ve fibroelastik bağ dokusundan oluşmuştur. Bu doku ve serviks dediğimiz rahim ağzının bir kısmı, çok katlı yassı epitelden oluşan bir mukoza ile örtülüdür. Vajinanın nemli kalmasını sağlayan ve kayganlaştıran sıvı rahim ağzındaki salgı bezlerinden sağlanmaktadır
VAJİNAL AKINTI
FİZYOLOJİK PATALOJİK
VAJİNAL SERVİKAL
Ostrojen düzeyinin artığı dönem
Cinsel Uyarım
Gebelik
Mantar Enfeksiyonları
Trikomonas vajiniti
Bakteriyel vajinozis
Genital Herpes vajiniti
Servisit
Gonore
Non-spesifik enf.
Herpes
Servikal neoplasm
Fizyolojik vajinal akıntılar: Kokusuz, şeffaf ve sümüksü kıvamda olan fizyolojik akıntı, ovulasyon dediğimiz yumurtlama dönemi gibi östrojenin yükseldiği dönemlerdeartış gösterir. Cinsel uyarı sırasında da bartholin ve skene bezlerinden salgılanan hafif beyazımsı renkteki sıvı kayganlaştırıcı niteliktedir ve yine fizyolojiktir. Gebelikte servikal bezlerin aktivitelerinin artması nedeniyle beyazımsı renkli, hatta bazen hafif partiküllü görünümde olan akıntılar da fizyolojiktir.
Normal vajinal flora: Bu deyim, her zaman vajinada bulunan ve normal şartlarda vücuda zarar vermedikleri halde direncin düştüğü bazı hallerdeenfeksiyon ve dolayısıyla akıntıya neden olabilen bir grup mikro organizma için kullanılmaktadır. Bunlar; Döderlein ve Smegma basilleri, stafilokoklar, streptokoklar ve E. Coli dir. Bu bakterilerin fermentasyonu ile sağlanan asidik ortam, vajeni enfeksiyonlardan koruyan primer mekanizmadır. Hormonal siklusun bozulması, bir kısım cerrahi girişimler, düşükler, non-hijyenik durumlar (tampon kullananlarda tamponun uzun süre değiştirilmemesi gibi) bazı antibiyotiklerin kullanımı ve benzeri olaylar vajinal florayı bozmak yoluylaenfeksiyonlara neden olabilirler.
Mantar enfeksiyonları: Vajinal enfeksiyonlar içinde en sık görülenlerdendir. Gebelik, geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı, immunsupresyon ve diabet enfeksiyonun oluşmasına zemin hazırlayan faktörlerdendir. Sık olmamakla birlikte (% 20) cinsel ilişki ile debulaşma sözkonusudur. Vajinal mantar enfeksiyonlarının % 85 inden Candida Albicans denen tür sorumludur. Klinik olarak hastaların çoğunda beyaz renkli, partiküllü, kesik süt ya da peynir kırıntısı görünümlü akıntı ve kaşıntı vardır. Kaşıntının şiddetine göre vulva ve vajen girişinde tahrişe bağlı eritematöz ve ödemli bir görünüm de olabilir. Bunların dışında vajinal ağrı, disparoni (ağrılı cinsel ilişki), yangı, disüri (idrar yaparken yanma) ve nadiren koku olabilir. Karakteristik olarak şikayetler adetin başlamasından önceki hafta şiddetlenir ve adetle birlikte azalır. Teşhis için genellikle klinik görünüm ve hastanın tanımlaması yeterli olmakla birlikte, akıntı örneği lam üzerine alınarak üzerine% 10 luk potasyum hidroksit ekledikten sonra mikroskop altında mantar hiflerini görebilmek de mümkündür. Tedavide oral ya da vajinal yolla kullanılan preperatlar yanında topikal pomat ve kremlerden uygun olanlar seçilebilirler. Vajinal kandidiazis tedavisinde en sık; Fentikonazol, Butakonazol, Klotrimazol, Mikonazol, Ekonazol, Tiokonazol, Terkonazol ve Nistatin’ dir. Genellikle eş tedavisi de önerilmelidir. Gebelikte, özellikle ilk trimestride topikal pomatlar dışındaki müstahzarları kullanmak konusunda mümkün olduğunca muhafazakar davranmak yerinde olur. Vajinal mantar enfeksiyonlarının çoğu topikal tedaviye cevap verir. Ancak direnç gösteren ya da tekrarlayan enfeksiyonlarda tedavi kürünün bir ya da iki kez tekrarınaveya sistemik tedaviye gerek duyulabilir. Ayrıca hastaya perine ve vulvayı kuru tutması, sentetik ve dar çamaşırlar yerine pamuklu ve rahat çamaşırları tercih etmesi önerilmelidir.
Trikomonas enfeksiyonları: Son yıllarda, cinsel ilişki ile geçen parazit kökenli hastalıklar içinde en yaygın görüleni trikomoniazis’ tir. Etkeni Trichomonas Vaginalis, anaerob, 4 flagelli bir protozoondur. Bilinen konak sadece insandır. Bilinen parazit protozoonlar içindeısı koşullarına ve kuruluğa en dayanıklı olanıdır. Konakçı-parazit ilişkileri açısından kompleks bir fenomendir teşkil eder. Vajendeki epitel hücrelerine yapışması onun farklı özelliklerinden biridir.
Trikomonas kadınlarda erkeklerden daha çok semptomatik seyreder. Ayrıca erkeklerde spontan iyileşme de sözkonusu olmasına rağmen kadınlar mutlak tedaviye ihtiyaç duyarlar. Kadınlarda en sık vajina ve serviksi tutmakla birlikte, daha nadir olarak üretra ve mesane de tutulabilmektedir. Trikomoniazis enfeksiyonunun ancak % 15-20 kadarı semptomatik seyretmektedir. Bu nedenle asemptomatik taşıyıcılar hastalığın yayılmasında büyük önem taşımaktadırlar. Büyük oranda cinsel ilişki ile bulaşmakla birlikte, havlu, mayo vs materyallerin ortak kullanımında da kontaminasyon sözkonusudur. Semptomatik hastalarda en sık rastlanan şikayet; kötü kokulu, aşırı vajinal akıntıdır. Akıntının sulu, sarı-yeşil köpüklü, kötü kokulu ve fazla miktarda olması trikomoniazis için tipik olmakla birlikte çoğu hastada bunu görebilmek mümkün olmamaktadır. Diğer semptomlar; vulvar kaşıntı ve buna bağlı tahriş, üretrit ve sistit, adet dışı anormal kanamalar (özellikle cinsel ilişki sonrasında) sayılabilir. Muayene sırasında serviksin çilek görünümünde olması enfeksiyonun ciddiyeti ile ilgili olabilir. Klinik görünüm dışında tanı; direk mikroskopide hareketli flagelli protozoonun görülmesi ile konur. Ayrıca vajinal akıntı örneği lam üzerinde % 10 luk potasyum hidroksit ile muamele edildiğinde hastaların çoğunda balık kokusu alınabilir (whiff testi). Yapılan vaginal smear’ larda ‘clue’ hücrelerinin görülmesi de tipiktir. Gebeliğin ilk 3 ayında kullanılması kesinlikle sakıncalı görülmekte, ikinci ve üçüncü trimestrilerde de tartışmalıdır. Gebelerde erken doğum, erken membran rüptürü ve düşük doğum ağırlığına neden olabilir. Bu nedenle prenatal bakım sırasında yüksek risklilerin taranması önerilmektedir. Lohusalıkta ise yüksek febril morbidite riski taşımaktadır. Ayrıca postop. enfeksiyonların çoğunun patogenezine de girebilmektedir.
Tedavide klasik ilaç metronidazol’ dür. Enfeksiyonla ilk kez karşılaşanlarda tek doz 2 gr. metronidazole iyi bir seçim olmakla birlikte aynı zamanda hasta uyumu açısından da son derece başarılıdır. Eş tedavisi mutlaka gereklidir. Rekürren hastalarda günde 3 kez 250 mgr. metronidazolün 7 gün kullanılması ile başarı sağlanabilmektedir. Erkeklerin tedavisinde uzun kür daha başarılıdır. Tek doz tedavi başarısız olduğunda ikinci kez tek doz uygulaması da düşünülebilir. Bu şekilde de % 85 başarı bildirilmektedir. Sistemik tedavi yanında, vajinal sıvıda, ilaç konsantrasyonunu artırmak amacıyla vajinal yoldan günde iki kez 500 mgr. alınan preperatlar tedavinin başarı şansını daha da artırmaktadır. Metronidazolün alkol alanlarda antabus benzeri etki oluşturduğu mutlaka hastalara bildirilmelidir. Ayrıca parestezi (metalik tat) ve nötropeni de görülebilen yan etkilerdendir.
Bakteriyel vajinozis: Bu terim, klinik inflamasyon belirtisi ve belirgin lökopeni olmaksızın artan vajinal akıntıyı tanımlamak için kullanılmıştır. Bu tablonun nedeni mantar ya da parazitler olmadığından bakteriyel vajinozis olarak isimlendirilmişlerdir. Bununla beraber spesifik bir patojen ajan da tariflenememiştir. Genellikle etken görülen mikroorganizmalar; Gardenella başta olmak üzere, Mobiluncus, Bacterioides, Peptococcus, Mpcoplasma ve diğer anaeroblardır. Sıklıkla üretken yaştaki kadınları etkilemekle birlikte, prepuberte ve menopozda da görülebilmektedir. RİA (rahim içi araç) kullanımının ve teşhis öncesinde, son bir ay içindeki cinsel partnerlerin sayısı bakteriyel vajinoz için direk olarak ilişkili görülmüştür. Hastalığın cinsel yolla bulaştığını gösteren ve bunun karşıtı olan bir çok fikir olsa da genel kanı cinsel yolla bulaşmanın mümkün olduğu yönündedir. Hastaların yaklaşık % 50 si asemptomatiktir. Bu nedenlepratikte sanılandan çok daha yaygın olarak bulunmaktadır. Semptomatik hastaların en sık şikayetleri kıvamlı, sarı-gri renkte, kötü kokulu (balık kokusu), cinsel ilişki sonrası kokusu daha da artan bir akıntıdır. Bazen hastalar akıntıyla birlikte ortaya çıkan az ya da orta dereceli bir kaşıntıdan da şikayetçidirler. Teşhiste hastaların öyküsü yanında asıl tanı kriteri olarak amin testi ve miktoskopik incelemegerekir. Akıntı örneği % 10 luk potasyum hidroksit ile muamele edildiğinde kötü vetipik bir koku alınıyorsa amin testi pozitifdir. Ayrıca akıntı örneğinin mikroskopik incelenmesi sırasında görülen ‘clue’ hücreler tanı koydurucudur. Clue hücreler ve bakteriyel floradaki değişiklikler PAP smear incelemesi sırasında da görülebilir. Rutinde kullanılan bu tetkikler dışında daha ayrıntılı ve uç tetkikler de bulunmaktadır (Gram boyama, kültür, prolin aminopeptidaz aktivitesi, gaz-likit kromatografi gibi).
Metronidazol bakteriyel vajinozis tedavisinde de tercih edilen ilaçtır. Bir kaç farklı pozoloji uygulanabilmesine rağmen en sık kullanılan iki doz şeması şöyledir; 7 gün boyunca günde 2 kez 500 mgr. veya 2 gr. tek doz şeklindedir. Ancak 7 günlük tedavi seçeneği ile daha yüksek iyileşme oranları bildirilmektedir. Oral klindamisin, tedavide kullanılabilecek diğer bir ilaçtır. 7 gün, günde 2 kez 300 mgr uygulama ile başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Özellikle metronidazolün telöre edilemediği hastalarda iyi bir tedavi seçeneğidir. Klindamisin alan hastalara yan etki olarak kanlı diare yapabileceği bildirilmelidir. Her iki ilacın da vajinal yoldan kullanılan krem formları mevcuttur. Bunların da tedavi yüzdeleri oldukça yüksektir. Kombine tedaviler başarı şansı açısından daha iyi görülmektedir.
Gebelikte geçirilen bakteriyel vajinoz erken membran rüptürü, erken doğum tehdidi, koriyoamnionit ve postpartum endometrit gibi ağır komplikasyonlara neden olabilir. Gebelikte tedaviilk trimestride metronidazole için mümkün görünmese de diğer ilaç seçenekleri denenebilir.
Herpes Simpleks Virus enfeksiyonu: Etken virus, Herpes Symplex Hominis tip1 ve tip2 dir (HSV-1 ve HSV-2). Mukozal, epidermal ve dermal kontak yoluyla bulaşır. Taşıyıcıda gözle görülür lezyonların olması şart değildir. Oda sıcaklığı ve kuruluğa dayanıksız olduğu bilindiğinden hava ya da damlacıklar yoluyla bulaşması pek olası değildir. Primergenital herpes enfeksiyonlarının % 70-75 inden HSV-2 ve % 25-30 undan HSV-1 sorumludur. Nükslerin % 60-88 inden Tip2 sorumlu iken, % 14-25 inden Tip1 sorumlu görülmektedir. HSV enfeksiyonları epidemik boyutlarda yayılmaktadır. Virusla bir kez enfekte olunduktan sonra, hastalık yaşam boyu sürer ve oldukça fazla bir morbidite gösteren nükslere de neden olabilir. Genellikle cinsel aktivitenin başlamasıyla birlikte görülmeye başlar. İlk yakalanan hastalar genel olarak 18-36 yaşlarında olmakla beraber, 20-24 yaşlarında görülme sıklığı açısından pik yapar. Genital herpes enfeksiyonu cinsel ilişki sonucu geçiyor olmasına rağmen, partnerine HSV geçiren hastaların çoğunda bulaşma öncesi yakın dönemde tipik bir genital herpes atağı öyküsü yoktur.
Klinik bulgular, semptomatik hastalarda dramatik seyretmekle birlikte, çoğu vaka asemptomatiktir. Klinik seyir açısından 3 tip sözkonusudur;
1) Primer Herpes Vulvovajiniti; HSV 1 ve 2 ye karşı antikor bulunmazken genital herpes görülmesine primer enfeksiyon denir.
2) Non-primer enfeksiyon atağı; HSV 1 ve 2 ye karşı antikor varken ilk kez görülen enfeksiyon atağıdır.
3) Tekrarlayan enfeksiyon; daha öncehastayı enfekte etmiş olan aynı virusla gerçekleşen enfeksiyondur.
Tip 1 ve 2 enfeksiyonlar klinik olarak birbirinden ayırt edilemezler. Primer enfeksiyonların %60-70 i Tip2 tarafından oluşturulur. Hastaların çoğunda; ateş, başağrısı, kırgınlık, miyalji, bel ve sırt ağrıları yanında ense sertliği, fotofobi ve aseptik menenjit tipi serebrosipinal sıvı bulguları, parestezi ve alt ekstremitede zayıflık gibi nörolojik semptomlar da görülebilmektedir. Genital lezyonlar tipiktir; ilk olarak labia major, labia minor ve mons pubise yayılmış vaziyette küçük vezikül ve pistüller görülür. Bunlar ağrılıdırlar. % 75 vakada açık renkli, mukopürülan akıntı vardır. Servikal lezyonlar hastaların% 80-90 ında vardır ve genelliklediffüz frajilite ve servikal vezikülasyonla seyreder. Bir kaç gün içinde, tek tekizlenebilen veziküller birleşerek ülserler oluştururlar. Bu ülserler 1-2 hafta kalır, kabuklanır ve iz bırakmadan iyileşirler. Viral dökülme primer enfeksiyonda yaklaşık olarak 12 gündür. Başlangıçtan itibaren tam iyileşmeye kadar geçen süre yaklaşık 20-25 gündür. Semptomların çoğu bulaşmadan 1 hafta sonra ortaya çıkar, bundan sonraki 4 gün içinde pik yapar ve sonraki hafta içinde de kaybolurlar. Ekstragenital kutanöz lezyonlar en sık kalçalarda ve civarında görülür.
Diğer klinik formlarda semptomlar nispeten daha hafif ve az görülürler. Ancak farklı olarak tekrarlayan enfeksiyonlar hastalarda anksiyete ve seksüel disfonksiyon meydana getirebilirler. Tekrarlayan formda klinik gidiş her nükste aynı değildir ve değişiklikler gösterir. Daha önceden HSV-2 ile enfekte olmuş kadınların % 1 i semptomları olmaksızın virüsü yayacaklardır. Bu asemptomatik hastaların yaklaşık % 80 inde hiç bir zaman enfeksiyon görülmeyecektir.
Gebelikte tekrarlayan formda herpes enfeksiyonu sık görülür. Gebelik tekrarlayan enfeksiyonun klinik gidişini genellikle etkilemez. Bununla birlikte yaygın enfestasyon ve ölümle seyredebilen gestasyonel primer enfeksiyonlar da bildirilmektedir. Spontan abort, prematürite, intrauterin gelişme geriliği de bu komplikasyonlardandır. Konjenital ve neonatal enfeksiyonlarise nadir görülürlerKonjenital enfeksiyonlar mikrosefali, koriyoretinit ve nedbeleşen geniş deri lezyonları ile seyreder. Maternal genital HSVenfeksiyonunun en korkulan komplikasyonu neonatal enfeksiyondur. Genellikle vajinal doğum sırasında asemptomatik maternal virus dökülmesi ile oluşur ve uygun antiviral tedaviye rağmen enfekte yenidoğanların % 40 ı ölür, yaşamayı başaranların çoğunda da önemli morbiditeler ortaya çıkar. Primer maternal bir enfeksiyonda neonatal enfeksiyon riski % 50 kadardır.
Teşhisde virüs izolasyonu tanı koydurucudur. Veziküler ve pistüler lezyonların% 90 ından virus izole edilebilirken, ülserlerin % 70 inden ve kabuklanmış lezyonların ancak % 25 inden izole edilebilir. Ayrıca virüse karşı oluşan antikorların tesbitindeserolojik testler de kullanılmaktadır. Ancak serolojik testler Tip1 ve 2 nin ayrımında başarılı değildir.
Tedavide kullanılabilen tek ilaç asiklovirdir. Asiklovirin topikal, oral ve intravenöz formları klinik forma göre seçilir. Hospitalizasyon gerektirmeyen hafif vakalarda oral yoldan günde 5 kez 200 mgr 10 günlük tedavi başarılı olmaktadır. Hospitalize olan hastalarda 8 saatte bir 5mgr. /kgr. intravenöz uygulama uygun olur. Sık tekrarlayan klinik formlarda supresif tedavi amacıyla günde 2-3 kez400 mgr. lık oral tedavi seçilebilir. Supresif tedavi almakta olan hastada nüks ortaya çıkması halinde terapötik bir kür tedaviye geçilir ve eğer supresyon sağlanırsa tekrar sufresif tedaviye dönülür. 1 yıl supresif tedavi alanlarda nüks çıkmamışsa tedavi kesilir.
Gebelikte dissemine primer enfeksiyon durumunda asiklovirin fetus açısından emniyeti bilinmemekle beraber maternal mortalitenin yüksek oluşu nedeniyle kullanılma zorunluluğu vardır. Dissemine primer enfeksiyon dışındaki klinik formlarda neonatal enfeksiyon, genelikle genital lezyonların varlığında virus dökülmesi olacağından ancak vajinal doğum olması halinde söz konusu olabilecektir. Bu tip hastalarda vajinal doğum sadece gebeliğin sonlarına doğruvajinal lezyonların tamamen kaybolması halinde uygun olabilir. Aksi hallerin tümünde sezeryan tercih edilmelidir.
Korunma için bir takım kurallara dikkat edilmelidir. Özellikle semptomatik dönemlerde cinsel ilişkiden sakınılmalıdır. Hatta asemptomatik taşıyıcılardan kaynaklanan bir kaç tranmisyon olgusu görüldüğünden bir şekilde HSV 2 enfeksiyonu geçirenler, cinsel ilişkilerde bariyer yöntemleri kullanmalıdırlar. Gebe kadınlar için en önemlisi primer enfeksiyondan kaçınmaktır. Gebeler daha önceden veneral bir hastalık geçiren yada herpetik enfeksiyon geçirmiş olan partneri konusunda uyarılmalı ve cinsel ilişkilerde kondom kullanmaları önerilmelidir. Gebe kadınları ve hatta gebelik düşünenleri ve eşlerini HSV-2 antikorları açısından taramak en akıllıca olanıdır.
Op.Dr.Özgür LEYLEK
Kadın Hast.ve Doğum Uzmanı
PAP SMEAR
Nedir ?
Pap test, servikal (rahim ağzı) kanseri ve prekanseröz (kanser öncesi) hücrelerin teşhisi için kullanılan, acısız bir tarama testidir. Hücreler pelvik(jinekolojik) muayene sırasında serviksten (rahim ağzı) yumuşak bir fırça yardımıyla alınır ve incelenmek üzere patoloji laboratuvarına gönderilir. Jinekolojik muayene içinde sadece birkaç dakika sürecek kadar kısa bir işlemdir.
Ne için kullanılır ?
Pap test, servikal(rahim ağzı) kanser ve prekanseröz lezyonlar(yaralar) için önemli bir tarama testidir. Öncelikle tedavi edilmemesi halinde ileride servikal kansere dönüşebilecek olan prekanseröz değişiklikler denen anormalitelerin teşhisi için olmakla birlikte servikal kanserin henüz başlangıçta ve gözle görülebilir hale gelmeden önceki safhasında yakalanabilmesi amacıyla da kullanılır.
Genel olarak, cinsel olarak aktif olan tüm kadınlarda uygulanması gerekir. Taşınılan risk faktörlerine de bağlı olmakla birlikte yılda bir kez yenilenmesi gereklidir. Daha sık periyodlar içinde yapılması ancak servikal kanser açısından risk faktörü taşıyanlar, erken yaşta cinsel aktiviteye başlayanlar, birden fazla seks partneri olanlar ve insan siğil virüsü gibi (HPV / genital siğil etkeni) cinsel yolla geçen bazı hastalıklara daha önce maruz kalmış olanlar için önerilir.
Nasıl hazırlanılır ?
Eğer mümkünse Pap test için en uygun zaman siklusun ortası, yani adetin 15 ile 20. günleri arasıdır ve testten 3 gün öncesinden itibaren vajinal duş ya da herhangi bir vajinal aplikasyon(uygulama) yapılmamış olması tercih edilir. Eğer kontrasepsiyon (gebelikten korunma) için vajinal bir preperat kullanıyorsanız önceki 3 gün boyunca başka bir yolla korunmaya devam etmeniz gerekir.
Nasıl uygulanır ?
Genellikle rutin jinekolojik muayene sırasında uygulanır. Bunun için elbiselerinizi çıkarmanız ve muayene masasına uzanarak uygun pozisyonu almanız istenecektir. Doktorunuz spekülüm denen ve rahim ağzı ile birlikte vajinanın da görülmesini sağlayan bir aparatı(alet) tercihen üzerine bir kayganlaştırıcı da sürerek yavaşça vajinaya sokacaktır. Vajina ve serviks(rahim ağzı) çıplak gözle görülebilen lezyonlar(yaralar) açısından değerlendirildikten sonra yumuşak bir fırça ya da özel bir spatula serviks dokusuna nazikçe sürülmek suretiyle hücre örnekleri alması sağlanacakır. Alınan hücre örnekleri lam denen cam parçaları üzerine aktarılarak incelenmek üzere sitopatoloji laboratuvarına gönderilecektir.
Takip
Muayene ve smear alınma işlemi tamamlandıktan sonra giyinebilir ve bundan sonraki aktivitelerinize devam edebilirsiniz. Bir kaç dün sonra doktorunuzu arayarak test sonucunu öğreniniz.
Riskler
Pap testi acısız ve oldukça güvenilir bir testtir.
Doktorunuzu yeniden aramanız gereken durumlar
Muayene sonrasında rahatsızlık hissi, kanama ya da beklenmedik bir akıntı halinde tekrar doktorunuza başvurunuz.
Ek bilgi
Pap test sonuçları bir kaç değişik şekilde sınıflandırılmasıyla birlikte hepsi de hücresel anormaliteleri tesbit etmeyi amaç edinmiştir. Eğer doktorunuz sonuçlar konusunda şüpheye düşerse testin tekrarı için 3 ay geçmesi gerekir veya kolposkopi ya da biyopsi gibi bir üst basamak araştırmalara gidebilir.
Op.Dr.Özgür LEYLEK
Kadın Hast.ve Doğum Uzmanı
Pap test, servikal (rahim ağzı) kanseri ve prekanseröz (kanser öncesi) hücrelerin teşhisi için kullanılan, acısız bir tarama testidir. Hücreler pelvik(jinekolojik) muayene sırasında serviksten (rahim ağzı) yumuşak bir fırça yardımıyla alınır ve incelenmek üzere patoloji laboratuvarına gönderilir. Jinekolojik muayene içinde sadece birkaç dakika sürecek kadar kısa bir işlemdir.
Ne için kullanılır ?
Pap test, servikal(rahim ağzı) kanser ve prekanseröz lezyonlar(yaralar) için önemli bir tarama testidir. Öncelikle tedavi edilmemesi halinde ileride servikal kansere dönüşebilecek olan prekanseröz değişiklikler denen anormalitelerin teşhisi için olmakla birlikte servikal kanserin henüz başlangıçta ve gözle görülebilir hale gelmeden önceki safhasında yakalanabilmesi amacıyla da kullanılır.
Genel olarak, cinsel olarak aktif olan tüm kadınlarda uygulanması gerekir. Taşınılan risk faktörlerine de bağlı olmakla birlikte yılda bir kez yenilenmesi gereklidir. Daha sık periyodlar içinde yapılması ancak servikal kanser açısından risk faktörü taşıyanlar, erken yaşta cinsel aktiviteye başlayanlar, birden fazla seks partneri olanlar ve insan siğil virüsü gibi (HPV / genital siğil etkeni) cinsel yolla geçen bazı hastalıklara daha önce maruz kalmış olanlar için önerilir.
Nasıl hazırlanılır ?
Eğer mümkünse Pap test için en uygun zaman siklusun ortası, yani adetin 15 ile 20. günleri arasıdır ve testten 3 gün öncesinden itibaren vajinal duş ya da herhangi bir vajinal aplikasyon(uygulama) yapılmamış olması tercih edilir. Eğer kontrasepsiyon (gebelikten korunma) için vajinal bir preperat kullanıyorsanız önceki 3 gün boyunca başka bir yolla korunmaya devam etmeniz gerekir.
Nasıl uygulanır ?
Genellikle rutin jinekolojik muayene sırasında uygulanır. Bunun için elbiselerinizi çıkarmanız ve muayene masasına uzanarak uygun pozisyonu almanız istenecektir. Doktorunuz spekülüm denen ve rahim ağzı ile birlikte vajinanın da görülmesini sağlayan bir aparatı(alet) tercihen üzerine bir kayganlaştırıcı da sürerek yavaşça vajinaya sokacaktır. Vajina ve serviks(rahim ağzı) çıplak gözle görülebilen lezyonlar(yaralar) açısından değerlendirildikten sonra yumuşak bir fırça ya da özel bir spatula serviks dokusuna nazikçe sürülmek suretiyle hücre örnekleri alması sağlanacakır. Alınan hücre örnekleri lam denen cam parçaları üzerine aktarılarak incelenmek üzere sitopatoloji laboratuvarına gönderilecektir.
Takip
Muayene ve smear alınma işlemi tamamlandıktan sonra giyinebilir ve bundan sonraki aktivitelerinize devam edebilirsiniz. Bir kaç dün sonra doktorunuzu arayarak test sonucunu öğreniniz.
Riskler
Pap testi acısız ve oldukça güvenilir bir testtir.
Doktorunuzu yeniden aramanız gereken durumlar
Muayene sonrasında rahatsızlık hissi, kanama ya da beklenmedik bir akıntı halinde tekrar doktorunuza başvurunuz.
Ek bilgi
Pap test sonuçları bir kaç değişik şekilde sınıflandırılmasıyla birlikte hepsi de hücresel anormaliteleri tesbit etmeyi amaç edinmiştir. Eğer doktorunuz sonuçlar konusunda şüpheye düşerse testin tekrarı için 3 ay geçmesi gerekir veya kolposkopi ya da biyopsi gibi bir üst basamak araştırmalara gidebilir.
Op.Dr.Özgür LEYLEK
Kadın Hast.ve Doğum Uzmanı
MYOMLAR
Nedir..?
Tıbbi olarak uterin (rahim içi) leiomyoma olarak adlandırılan myomlar, uterus (rahim) duvarının kas ve konnektif (bağ) dokusundan kaynaklanan benign (iyi huylu-kanser olmayan ) tümörlerdir. Bir bezelye tanesi büyüklüğünden basketbol topu büyüklüğüne kadar değişebilen boyutlarda olabilir. Genellikle yuvarlak ve pembemtrak renktedirler ve uterus(rahim) içinde hemen her yerde bulunabilirler. Bazıları uterusun(rahimin) iç tabakasına yakın yerleşimli olabilirken bazıları dış tabakaya yakındır.Yine, bazıları servikse (rahim ağzı) yakın olabilirken, bazıları uterusun gövdesinde ya da tüplere yakın yerleşimli olabilirler.
30 yaşından büyük kadınların yaklaşık % 30 unda tesbit edilmekle birlikte, en sık 35-45 yaşları arasında görülür.
Belirtiler...
Bazı kadınlar, hiç bir belirti bulmadıklarından dolayı myomun farkına bile varmazlar. Diğer bazılarında ise rutin jinekolojik ya da obstetrik (gebeliğe ilişkin) muayeneler sırasında tesadüfen tesbit edilirler. Ancak çoğu zaman büyümekle orantılı olarak aşağıdaki belirtileri vermeye başlarlar :
Fazla miktarda adet kanamaları
Cinsel ilişki sonrası kanama
Adet arası dönemlerde ara - kanamaları veya lekelenme şeklinde kanamalar
Genel olmamakla birlikte sık sık idrara çıkma
Karında büyüme veya şişlik
Adet dönemlerinde ya da cinsel ilişki sırasında alt - bel ağrısı (kuyruk sokumuna doğru)
Fazla miktarda kanamalara bağlı olarak gelişen kansızlık
Kısırlık (tüplerin ya da rahimin ağzını tıkayan myomlar)
Kabızlık (büyük myomlar barsaklara bası yaparak barsak içinde dışkının ilerlemesine engel olmak suretiyle kabızlığa neden olabilirler)
Tekrarlayan düşükler (döllenmiş yumurtanın rahim içinde gömülüp kalmasını engeleyici şekilde yerleşmiş olan myomlar)
Teşhis...
Doktorunuz tıbbi hikayenizi alırken yaşınızı ve ırk ve aile öykünüzü (genetik yatkınlık açısından) göz önüne alacaktır. Bunun nedeni myom oluşma riskinin orta yaşlı kadınlarda, siyah ırkta, çocuk doğurmuş olanlarda ve yakın kadın akrabalarında (anne ,kızkardeş...) myom bulunanlarda daha fazla görülmesidir.
Genellikle,farkında olunmazken sadece jinekolojik muayene sırasında doktorunuzun eliyle hissetmesiyle ya da direk ultrasonografik inceleme sırasında tesbit edilecektir. Bu durumda doktorunuz tanıyı desteklemek için daha ayrıntılı bir kısım incelemelere başvurabilir :
Ultrasonografi ; Ağrısız ve acısız olan bu inceleme yönteminde ya karın üstünde gezdirilen ya da vajina içine sokulan bir aparat(cihaz) yardımıyla,eko denilen ses dalgalarının yarattığı görüntülerle iç genital organlarınız değerlendirilir.
Histeroskopi ; Bu işlem sırasında teleskop prensibiyle çalışan, ince ancak uzunca bir optik aparat(cihaz)vajina ve serviksi(rahim ağzı) aşarak rahim içine doğru sokulur. Bu sayede doktor rahim içini gözlemleyerek anormal bir oluşum olup olmadığını değerlendirir.
Laparoskopi ; Bu inceleme yöntemi, laparoskop denen, optik özelliklere sahip ince bir tüp şeklindeki aparatın, karından yapılan çok küçük bir kesiden karın içine sokularak doktorun karın içini görebilmesi esasına dayanır.
Histerosalpingografi ( HSG ) ; Bu ilaçlı film tekniğinde ise yine vajinal yoldan rahim ağzının hemen iç kısmına kadar giren ince bir tüple içeri verilen ilacın,rahim içinden tüpler aracılığı ile karın boşluğuna kadar yayılması görüntülenerek, bu organlardaki anomaliler hakkında bilgi edinme amaçlanmıştır.
Ne kadar beklenmeli..?
Myomların sayısı, büyüklükleri ve büyüme hızları kadından kadına farklılıklar gösterir. Genel olarak, myomların büyümesi östrojen başta olmak üzere kadınlık hormonlarıyla ilgili olduğundan, küçük myomlar menopoza girince yok olabilir veya küçülebilirler. Bununla birlikte büyük boyutlardaki myomlar daha uzun vadeli problemler teşkil edebilirler. Henüz üreme çağındaki myomlu bir kadının myomu ameliyat ile çıkarılırsa menopoza kadar tekrar myom çıkma olasılığı her zaman vardır. Bu nedenle eğer herhangi bir şikayet vermiyorsa ve başka hastalıklar için potansiyel teşkil etmiyorsa, özellikle üreme çağındaki kadınlarda beklemek ya da ilaç tedavisi ile idame edebilmek daha akıllıca görünmekle birlikte doktorunuzun insiyatifi her zaman için daha önemlidir.
Korunma...
Bu gün hala myomların niçin geliştiği tam olarak aydınlatılmış değildir.Bununla birlikte yapılan çalışmalarda sedanter(durağan) yaşayan ve şişman kadınlarda daha çok görülmesine karşın atletik kadınlarda daha seyrek görülmesi, korunmada kas aktivitesinin önemi olup olmadığını düşündürmektedir.
Tedavi...
Myomlar genellikle, küçük olduklarında ve şikayete neden olmadıklarında tedavi gerektirmezler. Buna rağmen, belirgin semptom verenler, fertiliteyi(doğurganlığı) etkileyecek kadar büyük olanlar veya kanser ya da benzeri habis(kötü huylu) tümörlerle karışabilecek özellikte olanlar tedavi gerektirebilirler.
Eğer myomunuz küçük ve semptom vermiyorsa muhtemelen doktorunuz '' bekle ve gör '' şeklinde bir yaklaşımda bulunacaktır. Myomun büyüme hızını belirlemek için 6 ay arayla jinekolojik muayeneye çağıracaktır. Bazı durumlarda, myom nedeniyle olan anormal kanamaları kesmek ve myomu biraz olsun küçültebilmek için ilaç tedavisi uygulanabilir.
Eğer bir myom cerrahi yolla tedavi edilmesi gerekiyorsa, bir kaç değişik seçenek vardır. Bunlardan biri myomun uterus duvarından basitçe sıyrılarak çıkarılmasıdır ki buna myomektomi denir. Bu işlem sıklıkla laparoskopi yolu ile uygulanır. Myomektomi ameliyatı çocuk isteyen kadınlarda uterusun korunmasını sağlayan konservatif(muhafazakar) bir yaklaşımdır. Bununla birlikte bu ameliyat uterus duvarında incelmeye neden olabildiği için daha sonraki gebeliklerde vajinal (normal) doğum yerine, sezeryan tercih edilmek zorunda kalınabilir. Eğer myom laparoskopik olarak alınamayacak kadar büyük ise, o zaman karını açarak uygulanan klasik ameliyat yolu ile myomektomi gerçekleştirilir.
Yakın zamana kadar büyüme gösteren myomu olan bir kadında ilk tercih edilen ameliyat histerektomi (cerrahi olarak rahimin alınması) iken, artık terk edilmeye yüz tutmuştur. Her ne kadar histerektomi ameliyatı Amerika'da ikinci sıklıkla yapılan ameliyat olsa bile, 1987'lerden itibaren giderek azalmıştır. Histerektomi kararı hem cerrahlar hem de hastalar tarafından artık çok daha dikkatli bir şekilde alınmaktadır. Uterusu alınmadan önce kadının fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçları mutlak suretle göz önünde tutulmalıdır. Bununla birlikte, özellikle çocuk sahibi olma arzusu bulunmayan kadınlarda fazla sayıda myom olması durumunda hepsine tek tek myomektomi uygulamaktansa, histerektomi ile rahimin tümden alınması daha mantıklı bir yaklaşım olabilir.
Ne zaman doktora başvurmalıdır..?
Aşağıdaki belirtilerin olması halinde her kadın doktoruna başvurmalıdır: fazla miktarda ya da uzamış adet kanamaları, cinsel ilişki sonrasında vajinal kanama, adet arası vajinal kanama ya da lekelenme tarzı kanamalar, olağan dışı sık idrara çıkma veya cinsel ilişki ya da adet sırasında bel ağrısı...
Eğer şiddetli pelvik ağrı yada şiddetli vajinal kanamanız varsa, acil olarak doktorunuza başvurunuz.
Takip...
Myomların büyümesi kadınlık hormonlarına (özellikle östrojen) bağlı olduğundan, menopoz sonrasında sıklıkla küçülür ya da tamamen kaybolurlar. Bir çok kadının doğurganlık döneminde küçük ya da orta büyüklükte myomları vardır ve bununla birlikte gebelik sırasında ya da sonrasında çok az şikayete neden olabilecekleri gibi, hiç bir belirti de vermeyebilirler.
Op.Dr.Özgür LEYLEKKadın Hast.ve Doğum Uzmanı
Tıbbi olarak uterin (rahim içi) leiomyoma olarak adlandırılan myomlar, uterus (rahim) duvarının kas ve konnektif (bağ) dokusundan kaynaklanan benign (iyi huylu-kanser olmayan ) tümörlerdir. Bir bezelye tanesi büyüklüğünden basketbol topu büyüklüğüne kadar değişebilen boyutlarda olabilir. Genellikle yuvarlak ve pembemtrak renktedirler ve uterus(rahim) içinde hemen her yerde bulunabilirler. Bazıları uterusun(rahimin) iç tabakasına yakın yerleşimli olabilirken bazıları dış tabakaya yakındır.Yine, bazıları servikse (rahim ağzı) yakın olabilirken, bazıları uterusun gövdesinde ya da tüplere yakın yerleşimli olabilirler.
30 yaşından büyük kadınların yaklaşık % 30 unda tesbit edilmekle birlikte, en sık 35-45 yaşları arasında görülür.
Belirtiler...
Bazı kadınlar, hiç bir belirti bulmadıklarından dolayı myomun farkına bile varmazlar. Diğer bazılarında ise rutin jinekolojik ya da obstetrik (gebeliğe ilişkin) muayeneler sırasında tesadüfen tesbit edilirler. Ancak çoğu zaman büyümekle orantılı olarak aşağıdaki belirtileri vermeye başlarlar :
Fazla miktarda adet kanamaları
Cinsel ilişki sonrası kanama
Adet arası dönemlerde ara - kanamaları veya lekelenme şeklinde kanamalar
Genel olmamakla birlikte sık sık idrara çıkma
Karında büyüme veya şişlik
Adet dönemlerinde ya da cinsel ilişki sırasında alt - bel ağrısı (kuyruk sokumuna doğru)
Fazla miktarda kanamalara bağlı olarak gelişen kansızlık
Kısırlık (tüplerin ya da rahimin ağzını tıkayan myomlar)
Kabızlık (büyük myomlar barsaklara bası yaparak barsak içinde dışkının ilerlemesine engel olmak suretiyle kabızlığa neden olabilirler)
Tekrarlayan düşükler (döllenmiş yumurtanın rahim içinde gömülüp kalmasını engeleyici şekilde yerleşmiş olan myomlar)
Teşhis...
Doktorunuz tıbbi hikayenizi alırken yaşınızı ve ırk ve aile öykünüzü (genetik yatkınlık açısından) göz önüne alacaktır. Bunun nedeni myom oluşma riskinin orta yaşlı kadınlarda, siyah ırkta, çocuk doğurmuş olanlarda ve yakın kadın akrabalarında (anne ,kızkardeş...) myom bulunanlarda daha fazla görülmesidir.
Genellikle,farkında olunmazken sadece jinekolojik muayene sırasında doktorunuzun eliyle hissetmesiyle ya da direk ultrasonografik inceleme sırasında tesbit edilecektir. Bu durumda doktorunuz tanıyı desteklemek için daha ayrıntılı bir kısım incelemelere başvurabilir :
Ultrasonografi ; Ağrısız ve acısız olan bu inceleme yönteminde ya karın üstünde gezdirilen ya da vajina içine sokulan bir aparat(cihaz) yardımıyla,eko denilen ses dalgalarının yarattığı görüntülerle iç genital organlarınız değerlendirilir.
Histeroskopi ; Bu işlem sırasında teleskop prensibiyle çalışan, ince ancak uzunca bir optik aparat(cihaz)vajina ve serviksi(rahim ağzı) aşarak rahim içine doğru sokulur. Bu sayede doktor rahim içini gözlemleyerek anormal bir oluşum olup olmadığını değerlendirir.
Laparoskopi ; Bu inceleme yöntemi, laparoskop denen, optik özelliklere sahip ince bir tüp şeklindeki aparatın, karından yapılan çok küçük bir kesiden karın içine sokularak doktorun karın içini görebilmesi esasına dayanır.
Histerosalpingografi ( HSG ) ; Bu ilaçlı film tekniğinde ise yine vajinal yoldan rahim ağzının hemen iç kısmına kadar giren ince bir tüple içeri verilen ilacın,rahim içinden tüpler aracılığı ile karın boşluğuna kadar yayılması görüntülenerek, bu organlardaki anomaliler hakkında bilgi edinme amaçlanmıştır.
Ne kadar beklenmeli..?
Myomların sayısı, büyüklükleri ve büyüme hızları kadından kadına farklılıklar gösterir. Genel olarak, myomların büyümesi östrojen başta olmak üzere kadınlık hormonlarıyla ilgili olduğundan, küçük myomlar menopoza girince yok olabilir veya küçülebilirler. Bununla birlikte büyük boyutlardaki myomlar daha uzun vadeli problemler teşkil edebilirler. Henüz üreme çağındaki myomlu bir kadının myomu ameliyat ile çıkarılırsa menopoza kadar tekrar myom çıkma olasılığı her zaman vardır. Bu nedenle eğer herhangi bir şikayet vermiyorsa ve başka hastalıklar için potansiyel teşkil etmiyorsa, özellikle üreme çağındaki kadınlarda beklemek ya da ilaç tedavisi ile idame edebilmek daha akıllıca görünmekle birlikte doktorunuzun insiyatifi her zaman için daha önemlidir.
Korunma...
Bu gün hala myomların niçin geliştiği tam olarak aydınlatılmış değildir.Bununla birlikte yapılan çalışmalarda sedanter(durağan) yaşayan ve şişman kadınlarda daha çok görülmesine karşın atletik kadınlarda daha seyrek görülmesi, korunmada kas aktivitesinin önemi olup olmadığını düşündürmektedir.
Tedavi...
Myomlar genellikle, küçük olduklarında ve şikayete neden olmadıklarında tedavi gerektirmezler. Buna rağmen, belirgin semptom verenler, fertiliteyi(doğurganlığı) etkileyecek kadar büyük olanlar veya kanser ya da benzeri habis(kötü huylu) tümörlerle karışabilecek özellikte olanlar tedavi gerektirebilirler.
Eğer myomunuz küçük ve semptom vermiyorsa muhtemelen doktorunuz '' bekle ve gör '' şeklinde bir yaklaşımda bulunacaktır. Myomun büyüme hızını belirlemek için 6 ay arayla jinekolojik muayeneye çağıracaktır. Bazı durumlarda, myom nedeniyle olan anormal kanamaları kesmek ve myomu biraz olsun küçültebilmek için ilaç tedavisi uygulanabilir.
Eğer bir myom cerrahi yolla tedavi edilmesi gerekiyorsa, bir kaç değişik seçenek vardır. Bunlardan biri myomun uterus duvarından basitçe sıyrılarak çıkarılmasıdır ki buna myomektomi denir. Bu işlem sıklıkla laparoskopi yolu ile uygulanır. Myomektomi ameliyatı çocuk isteyen kadınlarda uterusun korunmasını sağlayan konservatif(muhafazakar) bir yaklaşımdır. Bununla birlikte bu ameliyat uterus duvarında incelmeye neden olabildiği için daha sonraki gebeliklerde vajinal (normal) doğum yerine, sezeryan tercih edilmek zorunda kalınabilir. Eğer myom laparoskopik olarak alınamayacak kadar büyük ise, o zaman karını açarak uygulanan klasik ameliyat yolu ile myomektomi gerçekleştirilir.
Yakın zamana kadar büyüme gösteren myomu olan bir kadında ilk tercih edilen ameliyat histerektomi (cerrahi olarak rahimin alınması) iken, artık terk edilmeye yüz tutmuştur. Her ne kadar histerektomi ameliyatı Amerika'da ikinci sıklıkla yapılan ameliyat olsa bile, 1987'lerden itibaren giderek azalmıştır. Histerektomi kararı hem cerrahlar hem de hastalar tarafından artık çok daha dikkatli bir şekilde alınmaktadır. Uterusu alınmadan önce kadının fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçları mutlak suretle göz önünde tutulmalıdır. Bununla birlikte, özellikle çocuk sahibi olma arzusu bulunmayan kadınlarda fazla sayıda myom olması durumunda hepsine tek tek myomektomi uygulamaktansa, histerektomi ile rahimin tümden alınması daha mantıklı bir yaklaşım olabilir.
Ne zaman doktora başvurmalıdır..?
Aşağıdaki belirtilerin olması halinde her kadın doktoruna başvurmalıdır: fazla miktarda ya da uzamış adet kanamaları, cinsel ilişki sonrasında vajinal kanama, adet arası vajinal kanama ya da lekelenme tarzı kanamalar, olağan dışı sık idrara çıkma veya cinsel ilişki ya da adet sırasında bel ağrısı...
Eğer şiddetli pelvik ağrı yada şiddetli vajinal kanamanız varsa, acil olarak doktorunuza başvurunuz.
Takip...
Myomların büyümesi kadınlık hormonlarına (özellikle östrojen) bağlı olduğundan, menopoz sonrasında sıklıkla küçülür ya da tamamen kaybolurlar. Bir çok kadının doğurganlık döneminde küçük ya da orta büyüklükte myomları vardır ve bununla birlikte gebelik sırasında ya da sonrasında çok az şikayete neden olabilecekleri gibi, hiç bir belirti de vermeyebilirler.
Op.Dr.Özgür LEYLEKKadın Hast.ve Doğum Uzmanı
20 Şubat 2009 Cuma
brezilya nakışı(bizim basit nakış igne tekniklerimiz)
19 Şubat 2009 Perşembe
SORU CEVAPLARLA KANSER NEDİR?
1. Kanser nedir?
Kanser, günümüzün en önemli sağlık sorunlarından birisi. Sık görülmesi ve öldürücülüğünün yüksek olması nedeniyle de bir halk sağlığı sorunu.
- Anormal hücrelerin kontrolsüz çoğalması ve yayılması olarak tanımlanan kanserin sebebi, belirtileri, tedavi ve korunma yöntemleri...
Ülkemizde 1970’li yıllarda sebebi bilinen ölümler arasında 4. sırada yer alan kanser, son yıllarda kardiyovasküler sistem hastalıklarından sonra 2. sıraya yükseldi.
2. Kanserin Sebebi nedir?
Çevresel ve içsel nedenler olarak ikiye ayrılabilir. Çevresel nedenler (kimyasal, radyasyon, viruslar gibi) ve içsel nedenler (hormonal, bağışıklık bozuklukları, kalıtsal mutasyonlar ve diğer genetik nedenler gibi) birlikte veya ardışık olarak hücreleri etkileyerek uzun yıllar içinde kansere yol açabilirler.
3. Hangi Organlarda Kanser Olur ?
Kanser tek bir hastalık olmayıp, vücuttaki tüm doku ve organlarda kanser gelişebilir
4. İyi huylu ve kötü huylu tümör ne demektir ?
İyi huylu tümörler kanser değildir. Başka bölgelere yayılmazlar. Tamamen çıkartıldığı zaman genellikle tekrarlamazlar. Kötü huylu tümörler ya da kanser ise komşu organ ve dokulara yayıldığı gibi, lenf ve kan yoluyla uzak organlara da yayılır. Uzak organlardaki yayılımına metastaz (yayılma) denir.
5. Kanser ne sıklıkla görünen bir hastalıktır ?
Erişkinlerde her yıl 100 bin nüfus için 150-300 kişi kansere yakalanır. Ülkemizde her yıl 150 bin kişinin kansere yakalandığı tahmin edilir.
Sigarayı bırak, kanser riskini azalt
6. Kanserden korunmak mümkün mü ?
Sigara ve alkol kullanımı ile gelişen kanserlerin önlenmesi mümkün. Bu maddelerin kullanılmaması ile tam koruma mümkün olur. Ayrıca güneş ışınlarından korunma ile deri kanserinden çok yüksek oranlarda korunmam mümkün. Kanserden korunmada beslenmenin de rolü büyük.
7. Kanserden nasıl korunabilirsiniz ?
Sigara içmeyerek, beslenme alışkanlıklarına ve yaşam tarzına dikkat ederek, güneş ışınlarından korunarak kanserden korunmak mümkün.
Sigara ve tütün kullanımından kaçınmak:
Sigara ve tütün ürünlerinin akciğer kanseri, ağız, yutak (farinks), soluk borusu (larinks), yemek borusu, pankreas, rahim ağzı (serviks), böbrek ve idrar torbası (mesane) kanserlerine yol açtığı kesin olarak biliniyor. Bu nedenle sigarayı içmeyerek bu kanserlerdenkorunubilirsiniz.
Sadece sigara içenler değil, pasif sigara içicileri de bu hastalıklara karşı risk altında bulunur.
Beslenme ve diyet:
Bitkisel kaynaklı besinlerin fazla tüketilmesi, özellikle hayvansal kaynaklı yüksek yağlı gıdaların sınırlandırılması, bitkisel yağların tercih edilmesi, fiziksel olarak aktif olup, egzersiz yapılması ve ideal ağırlığın korunması, alkol tüketiminin sınırlandırılması kanserden korunmada etkin rol oynuyor.
Güneş ışınlarından korunma:
Bazal ve skuamöz hücreli deri kanserleri güneş ışınlarına maruz kalma sonucunda ortaya çıkıyor. Bu nedenle güneş ışınından korunulması ile bu kanserlerin gelişimi engellenebilir.
Kanserle mücadelede eğitim şart
8. Erken Tanı işe yarar mı ?
Kişilerin kendi kendini muayenesi, kontrol muayeneleri ve taramalar ile erken tanı mümkün. Böylece hastalığı daha erken tanı konulabildiğinden tedavi şansı da yükseliyor. Buradan hareketli hiç şikayeti olmayanlar bile düzenli doktor kontrolleri yaptırmaları öneriliyor.
Erken tanı için bazı öneriler:
Meme kanseri:
40 yaş ve üzerindeki kadınlar her ay kendi kendine meme muayenesi yapmalı, yılda bir kez doktor muayenesi ve mamografi yaptırmalı. 20-39 yaşındaki bayanlar ise her ay kendi kendine meme muayenesi yapmalı, 3 yılda bir de mamografi yaptırmalı.
Kalın Bağırsak Kanserleri:
50 yaşından sonra dışkıda gizli kan testi, belirli aralıklarla sigmoidoskopi, kolonoskopi ve bağırsak filmi çekilebilir. (Ayrıntı için doktorunuza danışınız.)
Rahim kanserleri:
Cinsel olarak aktif olanlar ve 18 yaşın üzerinde olanlar yılda bir kez PAP testi ve pelvik muayene yaptırmalı. Ardışık üç muayene normalse daha seyrek yapılabilir.
Prostat kanseri:
50 yaş ve üzerindeki erkekler yılda bir kez doktor muayenesi ve PSA (prostat spesifik antijen testi) yaptırmalı.
9. Kanserin başlıca belirti ve bulguları nelerdir ?
Kanserin belirti ve bulguları köken aldığı doku ve organlara göre değişir. Hatta bazen hiç belirti ve bulgu vermeden kontrol muayenelerinde kanser tanısı konulabilir.
Aşağıdaki belirtilere dikkat edin:
Dışkılama ve idrar alışkanlıklarında değişiklikler
Uzun süren, iyileşmeyen yaralar
Beklenmeyen kanama ve akıntılar
Meme veya başka organlarda elle hissedilen şişlikler
Yutma güçlüğü veya hazımsızlık
Siğil ve benlerde belirgin değişiklik
Uzun süren ses kısıklığı ve öksürük
Bu bulgular her zaman kanser demek değildir. Ancak nedenlerinin belirlenmesi için mutlaka bir doktora başvurulması gerekir. Kanser bulaşıcı bir hastalık olmayıp, erken tanısı ve tedavisi mümkün bir hastalık grubudur.
10. Kanser nasıl tedavi edilir ?
Cerrahi, radyoterapi, kemoterapi, hormonoterapi, immünoterapi başlıca tedavi yöntemleridir.
11. Kanserden kurtulmak ne oranda mümkündür ?
Tüm kanser türleri birlikte değerlendirildiğinde erişkin kanserlerinde % 60, çocuk kanserlerinde ise % 77 oranında iyileşme mümkündür. Ancak hastalığın cinsi, yaygınlığı, uygulanan tedavi gibi bazı faktörler tedavi şansını doğrudan etkiler.
Kanser, günümüzün en önemli sağlık sorunlarından birisi. Sık görülmesi ve öldürücülüğünün yüksek olması nedeniyle de bir halk sağlığı sorunu.
- Anormal hücrelerin kontrolsüz çoğalması ve yayılması olarak tanımlanan kanserin sebebi, belirtileri, tedavi ve korunma yöntemleri...
Ülkemizde 1970’li yıllarda sebebi bilinen ölümler arasında 4. sırada yer alan kanser, son yıllarda kardiyovasküler sistem hastalıklarından sonra 2. sıraya yükseldi.
2. Kanserin Sebebi nedir?
Çevresel ve içsel nedenler olarak ikiye ayrılabilir. Çevresel nedenler (kimyasal, radyasyon, viruslar gibi) ve içsel nedenler (hormonal, bağışıklık bozuklukları, kalıtsal mutasyonlar ve diğer genetik nedenler gibi) birlikte veya ardışık olarak hücreleri etkileyerek uzun yıllar içinde kansere yol açabilirler.
3. Hangi Organlarda Kanser Olur ?
Kanser tek bir hastalık olmayıp, vücuttaki tüm doku ve organlarda kanser gelişebilir
4. İyi huylu ve kötü huylu tümör ne demektir ?
İyi huylu tümörler kanser değildir. Başka bölgelere yayılmazlar. Tamamen çıkartıldığı zaman genellikle tekrarlamazlar. Kötü huylu tümörler ya da kanser ise komşu organ ve dokulara yayıldığı gibi, lenf ve kan yoluyla uzak organlara da yayılır. Uzak organlardaki yayılımına metastaz (yayılma) denir.
5. Kanser ne sıklıkla görünen bir hastalıktır ?
Erişkinlerde her yıl 100 bin nüfus için 150-300 kişi kansere yakalanır. Ülkemizde her yıl 150 bin kişinin kansere yakalandığı tahmin edilir.
Sigarayı bırak, kanser riskini azalt
6. Kanserden korunmak mümkün mü ?
Sigara ve alkol kullanımı ile gelişen kanserlerin önlenmesi mümkün. Bu maddelerin kullanılmaması ile tam koruma mümkün olur. Ayrıca güneş ışınlarından korunma ile deri kanserinden çok yüksek oranlarda korunmam mümkün. Kanserden korunmada beslenmenin de rolü büyük.
7. Kanserden nasıl korunabilirsiniz ?
Sigara içmeyerek, beslenme alışkanlıklarına ve yaşam tarzına dikkat ederek, güneş ışınlarından korunarak kanserden korunmak mümkün.
Sigara ve tütün kullanımından kaçınmak:
Sigara ve tütün ürünlerinin akciğer kanseri, ağız, yutak (farinks), soluk borusu (larinks), yemek borusu, pankreas, rahim ağzı (serviks), böbrek ve idrar torbası (mesane) kanserlerine yol açtığı kesin olarak biliniyor. Bu nedenle sigarayı içmeyerek bu kanserlerdenkorunubilirsiniz.
Sadece sigara içenler değil, pasif sigara içicileri de bu hastalıklara karşı risk altında bulunur.
Beslenme ve diyet:
Bitkisel kaynaklı besinlerin fazla tüketilmesi, özellikle hayvansal kaynaklı yüksek yağlı gıdaların sınırlandırılması, bitkisel yağların tercih edilmesi, fiziksel olarak aktif olup, egzersiz yapılması ve ideal ağırlığın korunması, alkol tüketiminin sınırlandırılması kanserden korunmada etkin rol oynuyor.
Güneş ışınlarından korunma:
Bazal ve skuamöz hücreli deri kanserleri güneş ışınlarına maruz kalma sonucunda ortaya çıkıyor. Bu nedenle güneş ışınından korunulması ile bu kanserlerin gelişimi engellenebilir.
Kanserle mücadelede eğitim şart
8. Erken Tanı işe yarar mı ?
Kişilerin kendi kendini muayenesi, kontrol muayeneleri ve taramalar ile erken tanı mümkün. Böylece hastalığı daha erken tanı konulabildiğinden tedavi şansı da yükseliyor. Buradan hareketli hiç şikayeti olmayanlar bile düzenli doktor kontrolleri yaptırmaları öneriliyor.
Erken tanı için bazı öneriler:
Meme kanseri:
40 yaş ve üzerindeki kadınlar her ay kendi kendine meme muayenesi yapmalı, yılda bir kez doktor muayenesi ve mamografi yaptırmalı. 20-39 yaşındaki bayanlar ise her ay kendi kendine meme muayenesi yapmalı, 3 yılda bir de mamografi yaptırmalı.
Kalın Bağırsak Kanserleri:
50 yaşından sonra dışkıda gizli kan testi, belirli aralıklarla sigmoidoskopi, kolonoskopi ve bağırsak filmi çekilebilir. (Ayrıntı için doktorunuza danışınız.)
Rahim kanserleri:
Cinsel olarak aktif olanlar ve 18 yaşın üzerinde olanlar yılda bir kez PAP testi ve pelvik muayene yaptırmalı. Ardışık üç muayene normalse daha seyrek yapılabilir.
Prostat kanseri:
50 yaş ve üzerindeki erkekler yılda bir kez doktor muayenesi ve PSA (prostat spesifik antijen testi) yaptırmalı.
9. Kanserin başlıca belirti ve bulguları nelerdir ?
Kanserin belirti ve bulguları köken aldığı doku ve organlara göre değişir. Hatta bazen hiç belirti ve bulgu vermeden kontrol muayenelerinde kanser tanısı konulabilir.
Aşağıdaki belirtilere dikkat edin:
Dışkılama ve idrar alışkanlıklarında değişiklikler
Uzun süren, iyileşmeyen yaralar
Beklenmeyen kanama ve akıntılar
Meme veya başka organlarda elle hissedilen şişlikler
Yutma güçlüğü veya hazımsızlık
Siğil ve benlerde belirgin değişiklik
Uzun süren ses kısıklığı ve öksürük
Bu bulgular her zaman kanser demek değildir. Ancak nedenlerinin belirlenmesi için mutlaka bir doktora başvurulması gerekir. Kanser bulaşıcı bir hastalık olmayıp, erken tanısı ve tedavisi mümkün bir hastalık grubudur.
10. Kanser nasıl tedavi edilir ?
Cerrahi, radyoterapi, kemoterapi, hormonoterapi, immünoterapi başlıca tedavi yöntemleridir.
11. Kanserden kurtulmak ne oranda mümkündür ?
Tüm kanser türleri birlikte değerlendirildiğinde erişkin kanserlerinde % 60, çocuk kanserlerinde ise % 77 oranında iyileşme mümkündür. Ancak hastalığın cinsi, yaygınlığı, uygulanan tedavi gibi bazı faktörler tedavi şansını doğrudan etkiler.
AĞIZ KANSERİ
Dudak, dil, dişeti ve ağız tabanı kanserleri ağız kanserinin en yaygın türleridir. Nadiren yanak içi veya damak bölgelerini de içine alır. Tükürük bezlerinin birinde başlamış olabilir veya boğaz veya burun gibi ağız çevresindeki bölgelerden ağıza yayılmış olabilir.
Kanserin birçok türünde olduğu gibi yine tedaviden en fazla faydayı sağlamak, kanserin vücudun diğer kısımlarına yayılmasını önlemek ve yüzde oluşabilecek şekil bozuklukları ile konuşma zorluğunu engellemek amacıyla erken teşhis önemlidir.
Cancer Research UK tarafından toplanan istatistiklere göre ağız kanseri erkeklerde kadınlara oranla iki kat daha yaygındır. 40 yaşını aşmış insanlarda görülme olasılığı da daha fazladır. Ancak son zamanlardaki araştırmalar bu hastalığın genç hastalarda ve kadınlarda gittikçe daha yaygın hale geldiğini ortaya koymaktadır.
Semptomlar
Uzun süredir ağızda bulunan ve geçme belirtisi göstermeyen şişlik veya lekeler bir doktor (Genel Cerrah, diş hekimi veya sağlık uzmanı) tarafından kontrol edilmelidir. Aynı şekilde ağız içi veya dudaktaki ağrı vermese de iyileşmeyen herhangi bir çatlak, şişlik veya ülser muayene edilmelidir.
Gelişen bir tümör ağrı vermeyebilir ancak yayılarak kanamaya sebep olabilecek ülserler oluşturabilir. Dil kanseri çoğunlukla acı verir ve dilin anormal bir şekilde sert ve bükülmez olmasına neden olur. Düzgün konuşma veya yutkunma zorluğu ve uyuşmuşluk hissi görülebilir.
Ağız içinde sürekli beyaz lekeler (lökoplaki) veya kırmızı lekeler (eritroplaki) ortaya çıktığında bu lekeler öncü kanser koşulları (ardından kanser görülmesi muhtemel koşullar) olarak onaylanabileceğinden doktor veya diş hekimlerinin dikkatine sunulmaları gerekir.
Nedenler
Ağız kanseri çoğunlukla tütün kullanımı ile ilgilidir. Sigarayı bırakıp pipoya veya puroya geçmek veya enfiye ya da ağızdan alınan tütün (antrun) riski azaltmaz. Katran miktarı daha düşük olan veya ‘light’ sigaralar da işe yaramaz. Bir miktar tütünü ağızda bir noktada uzun süre tutmak da çok tehlikelidir. Bu durum çoğunlukla öncü kanser koşulu olarak kabul edilen lökoplakiye neden olur (bakınız Semptomlar). Ağız kanserinin gelişimini tetikleyen diğer faktörler arasında:
özellikle sert alkollü içkiler olmak üzere aşırı alkol tüketimi,
alkol ve sigarayı bir arada kullanma,
yerine oturmayan takma dişler,
özellikle dişler pürüzlü veya sivri uçlu olduğunda yetersiz bakım yapma,
dişteki herhangi bir keskin kenardan ötürü dilin sürekli tahriş olması ve
arek (betel) cevizi veya betel yaprağı (felfelek) çiğnemek – Bengladeş gibi belirli kültür grupları arasında oldukça yaygın bir alışkanlıktır.
Sigara dumanındaki kanser üreten maddelerin (kanserojen maddeler) vücuda alınması alkol ile daha da arttığından, alkol ve sigara dumanının bir araya gelmesi önemli bir nedendir.
Teşhis
Bir ay içerisinde geçmeyen ağızdaki herhangi bir şişlik veya doku değişikliği doktora bildirilmelidir. Düzenli kontroller esnasında dişçiler de ağız kanserlerine yönelik muayene yapabilmektedir.
Görsel muayene genellikle atılacak ilk adımdır, bunun ardından hastalıklı bölgeye dokunulur, şişlik veya ülser yada çatlak gibi öteki sıradışı belirtiler yoklanır. Örneğin herhangi bir şişlik veya ülserin ne kadar süredir var olduğu, ağrı veya kanama olup olmadığı ve yutkunma veya konuşmada güçlük yaşanıp yaşanmadığına yönelik olarak hastanın ağız sağlığı geçmişi hakkında kendisiyle görüşmek de yararlı olabilir.
Küçük bir biyopsi (analiz etmek amacıyla az miktarda doku almak) teşhisi doğrulayabilir.
Kanserin boyutunu belirlemek ve kemikleri veya diğer bölgeleri etkileyip etkilemediğini öğrenmek üzere Röntgen ve CT taramaları da faydalı olabilir.
Tedavi
Tedavi genelde tüm kanserli dokuların cerrahi müdahale ile çıkartılması, radyoterapi (kanser hücrelerini yok etmek için radyasyon kullanma), kemoterapi (kanserle savaşan ilaçlar kullanma) ya da bu yöntemlerin hep birlikte kullanılmasından oluşur. Bazı ağız kanseri türlerinde Fotodinamik terapi (PDT) denilen yeni bir tedavi de kullanılmaktadır. Bu tedavide kanser hücreleri yok etmek için lazer ışını ve ışığa duyarlı bir ilaç kullanılır.
Ağız kanseri erken tedavi edildiğinde iyileşme olasılığı yüksektir. Ameliyat sonrasında yumuşak dokuda veya deride bir takım rekonstrüktif ameliyat gerçekleştirmek veya kemikleri protezler (yapay yedek parçalar) ile değiştirmek gerekli olabilir. Tedavide ağızları değiştirilen hastaların onarıcı dişçilik, konuşma terapisi ve beslenme danışmanlığı hizmeti almaları gerekebilir. Tedavi sonrası konuşmaları veya görünümleri değişen kişiler veyahut da tedaviyi özellikle stresli bulan kişiler için psikolojik destek de gerekli olabilir.
Kanserin birçok türünde olduğu gibi yine tedaviden en fazla faydayı sağlamak, kanserin vücudun diğer kısımlarına yayılmasını önlemek ve yüzde oluşabilecek şekil bozuklukları ile konuşma zorluğunu engellemek amacıyla erken teşhis önemlidir.
Cancer Research UK tarafından toplanan istatistiklere göre ağız kanseri erkeklerde kadınlara oranla iki kat daha yaygındır. 40 yaşını aşmış insanlarda görülme olasılığı da daha fazladır. Ancak son zamanlardaki araştırmalar bu hastalığın genç hastalarda ve kadınlarda gittikçe daha yaygın hale geldiğini ortaya koymaktadır.
Semptomlar
Uzun süredir ağızda bulunan ve geçme belirtisi göstermeyen şişlik veya lekeler bir doktor (Genel Cerrah, diş hekimi veya sağlık uzmanı) tarafından kontrol edilmelidir. Aynı şekilde ağız içi veya dudaktaki ağrı vermese de iyileşmeyen herhangi bir çatlak, şişlik veya ülser muayene edilmelidir.
Gelişen bir tümör ağrı vermeyebilir ancak yayılarak kanamaya sebep olabilecek ülserler oluşturabilir. Dil kanseri çoğunlukla acı verir ve dilin anormal bir şekilde sert ve bükülmez olmasına neden olur. Düzgün konuşma veya yutkunma zorluğu ve uyuşmuşluk hissi görülebilir.
Ağız içinde sürekli beyaz lekeler (lökoplaki) veya kırmızı lekeler (eritroplaki) ortaya çıktığında bu lekeler öncü kanser koşulları (ardından kanser görülmesi muhtemel koşullar) olarak onaylanabileceğinden doktor veya diş hekimlerinin dikkatine sunulmaları gerekir.
Nedenler
Ağız kanseri çoğunlukla tütün kullanımı ile ilgilidir. Sigarayı bırakıp pipoya veya puroya geçmek veya enfiye ya da ağızdan alınan tütün (antrun) riski azaltmaz. Katran miktarı daha düşük olan veya ‘light’ sigaralar da işe yaramaz. Bir miktar tütünü ağızda bir noktada uzun süre tutmak da çok tehlikelidir. Bu durum çoğunlukla öncü kanser koşulu olarak kabul edilen lökoplakiye neden olur (bakınız Semptomlar). Ağız kanserinin gelişimini tetikleyen diğer faktörler arasında:
özellikle sert alkollü içkiler olmak üzere aşırı alkol tüketimi,
alkol ve sigarayı bir arada kullanma,
yerine oturmayan takma dişler,
özellikle dişler pürüzlü veya sivri uçlu olduğunda yetersiz bakım yapma,
dişteki herhangi bir keskin kenardan ötürü dilin sürekli tahriş olması ve
arek (betel) cevizi veya betel yaprağı (felfelek) çiğnemek – Bengladeş gibi belirli kültür grupları arasında oldukça yaygın bir alışkanlıktır.
Sigara dumanındaki kanser üreten maddelerin (kanserojen maddeler) vücuda alınması alkol ile daha da arttığından, alkol ve sigara dumanının bir araya gelmesi önemli bir nedendir.
Teşhis
Bir ay içerisinde geçmeyen ağızdaki herhangi bir şişlik veya doku değişikliği doktora bildirilmelidir. Düzenli kontroller esnasında dişçiler de ağız kanserlerine yönelik muayene yapabilmektedir.
Görsel muayene genellikle atılacak ilk adımdır, bunun ardından hastalıklı bölgeye dokunulur, şişlik veya ülser yada çatlak gibi öteki sıradışı belirtiler yoklanır. Örneğin herhangi bir şişlik veya ülserin ne kadar süredir var olduğu, ağrı veya kanama olup olmadığı ve yutkunma veya konuşmada güçlük yaşanıp yaşanmadığına yönelik olarak hastanın ağız sağlığı geçmişi hakkında kendisiyle görüşmek de yararlı olabilir.
Küçük bir biyopsi (analiz etmek amacıyla az miktarda doku almak) teşhisi doğrulayabilir.
Kanserin boyutunu belirlemek ve kemikleri veya diğer bölgeleri etkileyip etkilemediğini öğrenmek üzere Röntgen ve CT taramaları da faydalı olabilir.
Tedavi
Tedavi genelde tüm kanserli dokuların cerrahi müdahale ile çıkartılması, radyoterapi (kanser hücrelerini yok etmek için radyasyon kullanma), kemoterapi (kanserle savaşan ilaçlar kullanma) ya da bu yöntemlerin hep birlikte kullanılmasından oluşur. Bazı ağız kanseri türlerinde Fotodinamik terapi (PDT) denilen yeni bir tedavi de kullanılmaktadır. Bu tedavide kanser hücreleri yok etmek için lazer ışını ve ışığa duyarlı bir ilaç kullanılır.
Ağız kanseri erken tedavi edildiğinde iyileşme olasılığı yüksektir. Ameliyat sonrasında yumuşak dokuda veya deride bir takım rekonstrüktif ameliyat gerçekleştirmek veya kemikleri protezler (yapay yedek parçalar) ile değiştirmek gerekli olabilir. Tedavide ağızları değiştirilen hastaların onarıcı dişçilik, konuşma terapisi ve beslenme danışmanlığı hizmeti almaları gerekebilir. Tedavi sonrası konuşmaları veya görünümleri değişen kişiler veyahut da tedaviyi özellikle stresli bulan kişiler için psikolojik destek de gerekli olabilir.
DERİ KANSERİ
Deri kanseri çok rastlanan bir hastalıktır. Üç ana türü bulunur:
genelde kemirici ülser olarak bilinen bazal hücreli karsinom;
yassı hücreli karsinom ve;
kötü huylu tümör.
Neyse ki en yaygın tür en az tehlikelidir, en tehlikeli tür olan kötü huylu tümör ise en az yaygın olan türdür.
Çocuklarda deri kanserine oldukça ender rastlanır ancak insanlar yaşlandıkça daha yaygın hale gelir. Tüm deri kanseri türlerinin ana nedeni güneş ışığı olduğundan deri kanseri sayısı da yaş ile birlikte artış gösterir. Güneş ışığı ultraviyole ışınları (UV) içerir ve özellikle bebek ve genç kişilerin cildine zarar veren şey bu ışınlardır. Deri kanseri sayısı ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Beyaz ırk nüfusu yoğun olan tropik ülkelerde rakamlar güneş ışığı miktarı ile orantılıdır. Avustralya, Güney Afrika ve Güney Amerika eyaletlerinin tümünde beyaz nüfusunda deri kanseri görülme oranı epeyce yüksektir. Siyah derili insanlar (örneğin Afrika veya Karayip kökenli insanlar) derilerinin rengi sayesinde beyazlara oranla daha iyi korunurlar.
Semptomlar
Kemirici ülser (bazal hücreli karsinom) tüm kanser türleri arasında en yaygın ve en az tehlikeli olanıdır. Çoğunlukla güneşe maruz kalan bölgeleri ve özellikle de burun ve göz çevresindeki deriyi etkiler.
Ortasında bir çukur bulunan yavaş büyüyen yüksek uçlu bir şişliktir. Şişlik yüzeyinin hemen altındaki küçük kan damarları görülebilir. Vücudun diğer kısımlarına yayılmasına seyrek rastlanmakla birlikte, ihmal edildiği takdirde yayılabilir. O zaman da dokuların altını kazıyarak çok sayıda dokuya zarar verebilir (bu yüzden kemirici ülser denmektedir).
Yassı hücreli karsinom da güneş ışığına maruz kalmayla alakalı olan bir deri kanseridir. Çoğunlukla dudak, kulak veya elin arka kısmında küçük, sert ve ağrısız şişlik şeklinde başlar. Oldukça hızlı bir şekilde büyür ve çoğunlukla merkezde bir çukur oluşturacak şekilde çöker. Buna ülser oluşumu denir. Lenf bezlerine ve buradan da vücudun çeşitli kısımlarına yayılabilir. Dudağınızda buna benzer birşey çıktığında kanserden şüphelenmelisiniz.
Nedenler
Deri kanserinin nedeni güneş ışığına aşırı derecede maruz kalmaktır.
Teşhis
Hem kemirici ülser hem de yassı hücreli karsinom teşhisi genellikle tümör (şişlik) tamamen temizlendikten sonra mikroskop ile muayene edilerek yapılır.
Tedavi
Kemirici ülser doğrudan ameliyat ile çıkarma, radyasyon veya dondurma yöntemleriyle tedavi edilebilir. Önerilen yöntem sizi muayene eden kişinin cerrah yada dermatolog oluşuna göre değişebilir. Tüm yöntemler eşit derecede etkilidir.
Yassı hücreli karsinom ameliyat ile deriden mümkün olduğunca erken çıkarılmalıdır. Kemirici ülserin aksine bu tümör vücudun öteki kısımlarına yayılıp ölüme neden olabilir.
Hastalığın Önlenmesi
Deri kanserinden korunmanın en iyi yolu aşırı güneş ışığından korunmaktır:
Koruyucu önlem almak için cildiniz rahatsız olana kadar beklemeyin. En iyi korunma şekli savunmadır. Cildiniz bir kez yandığında zarar meydana gelmiş olur, bu nedenle üzerinize yapışmayan bol giysilerle örtünün.
Bacak ve kollarınızı örtülü tutun. Sık dokunmuş kumaşlar güneşe karşı en iyi korumayı sağlar.
Güneşin ışınlarının en etkili olduğu saat 11.00 ile 15.00 arasında doğrudan ğüneş ışığından kaçının. Bu saatler arasında dışarı çıktığınızda giysi, şapka ve güneş gözlüğü ile korunun ve bolca güneş koruma losyonu kullanın.
Daima en az 15 SPF’li (güneş koruma faktörü) güneş koruma losyonu kullanın. Çok açık tenli kişilerin ve çocukların 40 güneş koruma faktörlü losyonlar kullanması gerekebilir.
Cilt 18 yaşından önce güneşten çok zarar görür.
Tüm vücudunuzun güneş koruma losyonu ile kaplı olmasını sağlayın. Yüz, eller, ayaklar ve boyun da dahildir. Vücudunuzun en korunmasız kısımları genelde güneş ışığı görmeyen yerlerdir.
Güneşte dışarı çıkmadan en az 30 dakika önce güneş losyonu sürün. Ter ve havluya sürtünmeden ötürü silineceğinden, güneş losyonunu her iki saatte bir yeniden sürün Losyonunuz suya dayanıklı cinsten olsa bile denizden çıktıktan hemen sonra yeniden sürün.
Denize girerken suya dayanıklı güneş koruması kullanın. UVA ve UVB ışınları suda bir metre veya daha fazla derinliğe kadar nüfuz edebilir.
Sis ve bulutlar cildinizi ultraviyole ışınlarından korumaz. Bulutlu günlerde bile giysiler ile korunun ve SPF 15 güneş losyonu kullanın.
Güneşli havalarda daima UVA ve UVB filtreli güneş gözlüğü ve şapka kullanın. Ultraviyole ışınları gözünüzün retina tabakasına zarar verir ve katarakta neden olur.
genelde kemirici ülser olarak bilinen bazal hücreli karsinom;
yassı hücreli karsinom ve;
kötü huylu tümör.
Neyse ki en yaygın tür en az tehlikelidir, en tehlikeli tür olan kötü huylu tümör ise en az yaygın olan türdür.
Çocuklarda deri kanserine oldukça ender rastlanır ancak insanlar yaşlandıkça daha yaygın hale gelir. Tüm deri kanseri türlerinin ana nedeni güneş ışığı olduğundan deri kanseri sayısı da yaş ile birlikte artış gösterir. Güneş ışığı ultraviyole ışınları (UV) içerir ve özellikle bebek ve genç kişilerin cildine zarar veren şey bu ışınlardır. Deri kanseri sayısı ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Beyaz ırk nüfusu yoğun olan tropik ülkelerde rakamlar güneş ışığı miktarı ile orantılıdır. Avustralya, Güney Afrika ve Güney Amerika eyaletlerinin tümünde beyaz nüfusunda deri kanseri görülme oranı epeyce yüksektir. Siyah derili insanlar (örneğin Afrika veya Karayip kökenli insanlar) derilerinin rengi sayesinde beyazlara oranla daha iyi korunurlar.
Semptomlar
Kemirici ülser (bazal hücreli karsinom) tüm kanser türleri arasında en yaygın ve en az tehlikeli olanıdır. Çoğunlukla güneşe maruz kalan bölgeleri ve özellikle de burun ve göz çevresindeki deriyi etkiler.
Ortasında bir çukur bulunan yavaş büyüyen yüksek uçlu bir şişliktir. Şişlik yüzeyinin hemen altındaki küçük kan damarları görülebilir. Vücudun diğer kısımlarına yayılmasına seyrek rastlanmakla birlikte, ihmal edildiği takdirde yayılabilir. O zaman da dokuların altını kazıyarak çok sayıda dokuya zarar verebilir (bu yüzden kemirici ülser denmektedir).
Yassı hücreli karsinom da güneş ışığına maruz kalmayla alakalı olan bir deri kanseridir. Çoğunlukla dudak, kulak veya elin arka kısmında küçük, sert ve ağrısız şişlik şeklinde başlar. Oldukça hızlı bir şekilde büyür ve çoğunlukla merkezde bir çukur oluşturacak şekilde çöker. Buna ülser oluşumu denir. Lenf bezlerine ve buradan da vücudun çeşitli kısımlarına yayılabilir. Dudağınızda buna benzer birşey çıktığında kanserden şüphelenmelisiniz.
Nedenler
Deri kanserinin nedeni güneş ışığına aşırı derecede maruz kalmaktır.
Teşhis
Hem kemirici ülser hem de yassı hücreli karsinom teşhisi genellikle tümör (şişlik) tamamen temizlendikten sonra mikroskop ile muayene edilerek yapılır.
Tedavi
Kemirici ülser doğrudan ameliyat ile çıkarma, radyasyon veya dondurma yöntemleriyle tedavi edilebilir. Önerilen yöntem sizi muayene eden kişinin cerrah yada dermatolog oluşuna göre değişebilir. Tüm yöntemler eşit derecede etkilidir.
Yassı hücreli karsinom ameliyat ile deriden mümkün olduğunca erken çıkarılmalıdır. Kemirici ülserin aksine bu tümör vücudun öteki kısımlarına yayılıp ölüme neden olabilir.
Hastalığın Önlenmesi
Deri kanserinden korunmanın en iyi yolu aşırı güneş ışığından korunmaktır:
Koruyucu önlem almak için cildiniz rahatsız olana kadar beklemeyin. En iyi korunma şekli savunmadır. Cildiniz bir kez yandığında zarar meydana gelmiş olur, bu nedenle üzerinize yapışmayan bol giysilerle örtünün.
Bacak ve kollarınızı örtülü tutun. Sık dokunmuş kumaşlar güneşe karşı en iyi korumayı sağlar.
Güneşin ışınlarının en etkili olduğu saat 11.00 ile 15.00 arasında doğrudan ğüneş ışığından kaçının. Bu saatler arasında dışarı çıktığınızda giysi, şapka ve güneş gözlüğü ile korunun ve bolca güneş koruma losyonu kullanın.
Daima en az 15 SPF’li (güneş koruma faktörü) güneş koruma losyonu kullanın. Çok açık tenli kişilerin ve çocukların 40 güneş koruma faktörlü losyonlar kullanması gerekebilir.
Cilt 18 yaşından önce güneşten çok zarar görür.
Tüm vücudunuzun güneş koruma losyonu ile kaplı olmasını sağlayın. Yüz, eller, ayaklar ve boyun da dahildir. Vücudunuzun en korunmasız kısımları genelde güneş ışığı görmeyen yerlerdir.
Güneşte dışarı çıkmadan en az 30 dakika önce güneş losyonu sürün. Ter ve havluya sürtünmeden ötürü silineceğinden, güneş losyonunu her iki saatte bir yeniden sürün Losyonunuz suya dayanıklı cinsten olsa bile denizden çıktıktan hemen sonra yeniden sürün.
Denize girerken suya dayanıklı güneş koruması kullanın. UVA ve UVB ışınları suda bir metre veya daha fazla derinliğe kadar nüfuz edebilir.
Sis ve bulutlar cildinizi ultraviyole ışınlarından korumaz. Bulutlu günlerde bile giysiler ile korunun ve SPF 15 güneş losyonu kullanın.
Güneşli havalarda daima UVA ve UVB filtreli güneş gözlüğü ve şapka kullanın. Ultraviyole ışınları gözünüzün retina tabakasına zarar verir ve katarakta neden olur.
RAHİM BOYU ( SERVİKS ) KANSERİ
Rahim boynu (serviks) kanseri 35 yaş altı kadınlarda görülen vakalarda meme kanserinden sonra ikinci sırayı alır.
Serviks kanserinin gelişmesi yıllarca sürebilir. Kanser gelişmeden önce serviksde bulunan hücreler servikal intraepitelyal neoplazi (CIN) olarak bilinen değişiklikler gösterebilir. Bu değişiklerden diskaryoz veya kanser öncüsü hücreler taşıma şeklinde de söz edilebilir.
Ancak CIN’in iyileştirilmediğinde servikal kansere dönüşebilmesine rağmen CIN’li kadınların büyük çoğunluğu hastalığa yakalanmazlar.
Hastalığın bazı türleri gittikçe daha da yaygın hale gelmektedir. Tarama programları ile erken safhalarda teşhis edilebileceğinden serviks kanseri önlenebilir.
Semptomlar
Servikal kanser vücudun diğer kısımlarına yayılmadığı sürece genellikle semptomlara neden olmaz. İleri bir safhaya erişmedikçe hiçbir semptoma neden olmayabilir. Sistematik tarama programlarının (servikal smir testleri) bu kadar önemli olmasının nedeni de budur.
Bazen adetler arasında veya cinsel ilişkinin ardından kanama; ilişki süresince rahatsızlık ve vajinadan pis kokulu sıvı atımı oluşur ancak çarpıcı hiçbir erken belirti yoktur. Son safhalara varana kadar ağrı ve genel rahatsızlık hali nadirdir.
Nedenler
Serviks kanserinin genital bölgesinde siğil bulunan kadınlarda daha yaygın olmasına rağmen serviksde meydana gelen değişikliklerin nedeni bu siğiller değildir. Hastalıkla ilgisi varmış gibi görünen diğer faktörler cinsel eşlerin sayısı (sayının yüksek olması riski artırır), genital bölgesinde siğil bulunan bir cinsel eş, aşırı sigara kullanımı, erken hamilelik veya üç yada daha fazla hamileliktir.
İki virüsün hastalıkla doğrudan ilgisi olduğu düşünülmektedir: insan papiloma (siğil) virüsü (HPV) ve herpes simpleks (genital herpes) virüsü..
Teşhis
Servikal tarama, tedavi edilmediği takdirde kansere dönüşebilecek serviks anormalliklerini teşhis eder.
Teşhis aşağıdakiler vasıtasıyla yapılır:
Anestezi (eua) altında fiziksel muayene. Genellikle rahmin koruyucu iç yüzeyinin biyopsisini de kapsar.
Kolposkopi – küçük bir ışık ve mikroskop kullanarak yapılan muayene.
Biyopsi – analiz etmek amacıyla serviks dokusu örneği alma.
Koni biyopsisi – daha geniş doku örneği alanı. Küçük ise (mikroinvazif) anormal alan bu şekilde çıkartılabilir veya teşhis amacıyla kullanılabilir.
Test sonuçları temel alınarak patolog raporu hazırlanacaktır.
Serviks kanseri teşhis edildiğinde aşağıdakiler de dahil olmak üzere başka testler de yürütülecektir:
Kan testleri
Röntgen ışını
Pelvik alan ultrasonu
Bilgisayarlı tomografi taraması (CT taraması)
Manyetik rezonanz görüntüleme (MRI taraması)
Tedavi
Tedavinin başarısı teşhis anındaki yayılma oranına bağlıdır. Serviks ile sınırlı kalan erken serviks kanseri % 85’den daha fazla bir başarı oranı ile çok iyi bir görünüm verir. Kanser vajinaya, çevredeki dokulara ve pelvik alana veya başka bir bölgeye yayılmış ise görünüm daha olumsuzdur.
Ameliyat, radyoterapi ve kemoterapi uygulamalarının her biri, bazen de hepsi birlikte yerleşik servikal kanseri tedavi etmede kullanılır. Radyoterapi çoğunlukla radyoaktif sezyum ya da radyum içeren sıkıca kapalı kutuların vajinaya ve rahim boşluğuna yerleştirilmesi yoluyla uygulanır.
Hastalığın Önlenmesi
Servikal smir testi (pap testi) ile tarama yaparak hastalığın öncü kanser safhası teşhis edilebilir. Çoğu kadın her üç yada beş yılda bir doktorları vasıtasıyla bu testi yaptırmalıdır ancak özellikle riskli durumda olanlar en azından her yıl yaptırmalıdır. Doktorunuz smir testinin ne kadar sık yapılması gerektiği konusunda size tavsiye verecektir.
Serviks kanserinin gelişmesi yıllarca sürebilir. Kanser gelişmeden önce serviksde bulunan hücreler servikal intraepitelyal neoplazi (CIN) olarak bilinen değişiklikler gösterebilir. Bu değişiklerden diskaryoz veya kanser öncüsü hücreler taşıma şeklinde de söz edilebilir.
Ancak CIN’in iyileştirilmediğinde servikal kansere dönüşebilmesine rağmen CIN’li kadınların büyük çoğunluğu hastalığa yakalanmazlar.
Hastalığın bazı türleri gittikçe daha da yaygın hale gelmektedir. Tarama programları ile erken safhalarda teşhis edilebileceğinden serviks kanseri önlenebilir.
Semptomlar
Servikal kanser vücudun diğer kısımlarına yayılmadığı sürece genellikle semptomlara neden olmaz. İleri bir safhaya erişmedikçe hiçbir semptoma neden olmayabilir. Sistematik tarama programlarının (servikal smir testleri) bu kadar önemli olmasının nedeni de budur.
Bazen adetler arasında veya cinsel ilişkinin ardından kanama; ilişki süresince rahatsızlık ve vajinadan pis kokulu sıvı atımı oluşur ancak çarpıcı hiçbir erken belirti yoktur. Son safhalara varana kadar ağrı ve genel rahatsızlık hali nadirdir.
Nedenler
Serviks kanserinin genital bölgesinde siğil bulunan kadınlarda daha yaygın olmasına rağmen serviksde meydana gelen değişikliklerin nedeni bu siğiller değildir. Hastalıkla ilgisi varmış gibi görünen diğer faktörler cinsel eşlerin sayısı (sayının yüksek olması riski artırır), genital bölgesinde siğil bulunan bir cinsel eş, aşırı sigara kullanımı, erken hamilelik veya üç yada daha fazla hamileliktir.
İki virüsün hastalıkla doğrudan ilgisi olduğu düşünülmektedir: insan papiloma (siğil) virüsü (HPV) ve herpes simpleks (genital herpes) virüsü..
Teşhis
Servikal tarama, tedavi edilmediği takdirde kansere dönüşebilecek serviks anormalliklerini teşhis eder.
Teşhis aşağıdakiler vasıtasıyla yapılır:
Anestezi (eua) altında fiziksel muayene. Genellikle rahmin koruyucu iç yüzeyinin biyopsisini de kapsar.
Kolposkopi – küçük bir ışık ve mikroskop kullanarak yapılan muayene.
Biyopsi – analiz etmek amacıyla serviks dokusu örneği alma.
Koni biyopsisi – daha geniş doku örneği alanı. Küçük ise (mikroinvazif) anormal alan bu şekilde çıkartılabilir veya teşhis amacıyla kullanılabilir.
Test sonuçları temel alınarak patolog raporu hazırlanacaktır.
Serviks kanseri teşhis edildiğinde aşağıdakiler de dahil olmak üzere başka testler de yürütülecektir:
Kan testleri
Röntgen ışını
Pelvik alan ultrasonu
Bilgisayarlı tomografi taraması (CT taraması)
Manyetik rezonanz görüntüleme (MRI taraması)
Tedavi
Tedavinin başarısı teşhis anındaki yayılma oranına bağlıdır. Serviks ile sınırlı kalan erken serviks kanseri % 85’den daha fazla bir başarı oranı ile çok iyi bir görünüm verir. Kanser vajinaya, çevredeki dokulara ve pelvik alana veya başka bir bölgeye yayılmış ise görünüm daha olumsuzdur.
Ameliyat, radyoterapi ve kemoterapi uygulamalarının her biri, bazen de hepsi birlikte yerleşik servikal kanseri tedavi etmede kullanılır. Radyoterapi çoğunlukla radyoaktif sezyum ya da radyum içeren sıkıca kapalı kutuların vajinaya ve rahim boşluğuna yerleştirilmesi yoluyla uygulanır.
Hastalığın Önlenmesi
Servikal smir testi (pap testi) ile tarama yaparak hastalığın öncü kanser safhası teşhis edilebilir. Çoğu kadın her üç yada beş yılda bir doktorları vasıtasıyla bu testi yaptırmalıdır ancak özellikle riskli durumda olanlar en azından her yıl yaptırmalıdır. Doktorunuz smir testinin ne kadar sık yapılması gerektiği konusunda size tavsiye verecektir.
MESANE KANSERİ
Mesane pubik kemiğin hemen arkasında, karnın en aşağı noktasındaki pelvisin ortasında yer alan kaslı bir torbadır. Mesane duvarında üç temel katman bulunur. İç mukoz zarı (mukoza), dairesel ve boylamsal lif kas katmanı ve dış katman periton.
Birincil mesane kanseri erkeklerde görülen kanserlerin yaklaşık yüzde yedisini kadınlarda görülen yeni kanserlerin ise yaklaşık yüzde üçünü teşkil eder. Geri kalan kısım ise lenf düğümlerine (bezler) yayılmıştır.
Mesane kanseri her zaman mukozada başlar. Erken safhalarda bu tabakada sınırlı kalır ve hücre içindeki karsinom olarak nitelendirilir. Kanser belli bir süre sadece mesanenin iç kısmına doğru ilerleme gösterir. Bu aşamada tespit edilmesi durumunda mesane açılmadan basit lokal tedavi ile iyileştirilebilir.
Bir sonraki aşama kanserin dışarı doğru, mesanenin kaslı tabakasının derinine yayılmasıdır. Aynı zamanda kanser iç yüzeyde daha da büyüyecek ve yanlara doğru yayılacaktır.
İlerleyen kanser peritonu veya mesanenin dış tarafındaki diğer dokuları istila etmek üzere mesane duvarından sağa doğru büyüyecektir. Kanser mukozada mahsur kaldığında uzaktaki lenf düğümlerine veya daha öteye yayılması olası değildir. Ancak mesane duvarı kası istila edildiğinde kanserlerin yaklaşık yüzde 13’ü de lenf düğümlerine yayılmış olacaktır. Neredeyse vakaların yüzde 90’ında kanser duvarı geçip mesaneyi çevreleyen dokunun içerisine girdiğinde lenf düğümlerine de yayılmış olur.
Semptomlar
Mesane kanseri idrarda ağrı olmaksızın kan gelmesi (hematuri), sık sık idrara çıkma ihtiyacı veya idrarda görülen irin ve idrar sırasında yakıcı acı duyma ile kendisini gösterir. Bu belirtiler genellikle daha az ciddi olan diğer durumların göstergesidir ancak özellikle yaşlı insanlarda ilk kez meydana geldiğinde ciddiye alınmaları gerekir.
Bu belirtilerin her zaman araştırılması gerekir. Bazen ağrının nedeni tümördeki kanama nedeniyle kan pıhtılarının idrarda tutulmasıdır. Ağrı kanserin o bölgedeki sinirlere yayılmasından da kaynaklanabilir.
İlerlemiş mesane kanseri bulunan kişiler tümörün bölgesel veya daha uzak bölgelere yayılmasından kaynaklanan semptomlar taşıyabilirler. Sırtın alt tarafında ağrı, idrar borularının (idrarı böbreklerden mesaneye taşıyan borular) tıkanması veya ikincil kanserden kaynaklanan kemik ağrısı görülebilir. Nadiren de olsa mesane bölgesinde hissedilebilecek bir kitle olabilir.
Nedenler
Çoğu mesane kanserinin nedeni kesin olarak bilinememekte olup ancak bazı nedenleri bilinmektedir.
Bu nedenler arasında:
Sigara içme yoluyla edinilen ve idrar ile vücuttan atılan tütün mamülleri katranları
Anilin boyalar, beta-naftilamin ve benzidin gibi belli başlı kimyasallar
Lastik üretiminde karşılaşılan bazı kimyasallar
Penasetin ve siklofosfamid gibi ilaçlar
Uzun süreli mesane iltihaplanması
• Afrika kökenli bir parazit hastalığı olan şiştozomiyaz. Mesanede taş oluşu.
Mesanin kansere yol açan iç koruyucu yüzeyindeki değişiklikler yavaş yavaş gelişerek oluşur. Bilinen nedenler arasında en önemlileri sigara içen kimselerde idrar yoluyla atılan alfa ve beta naftilamin maddeleridir. Aşırı sigara kullanımının erkeklerde vakaların yarısında kadınlarda ise vakaların üçte birinde neden faktörü olduğuna inanılmaktadır.
Özellikle lastik, petrol, deri ve boya endüstrilerinde mesleki kimyasal maddelere maruz kalma erkeklerde görülen vakaların yaklaşık yüzde otuzunun nedeni olması olasıdır. Yapay tatlandırıcıların bir zamanlar mesane kanserine neden olduğundan şüphelenilmişti ancak bazı araştırma projeleri bu şüpheyi doğrulayamamıştır.
Mesane kanserlerinin neredeyse tamamında, kanser hücreleri 9 numaralı kromozomun uzun kolunun bir kısmında yoksunluk göstermektedir. Pek çok mesane kanseri de 11 ve 17 kromozomlarının kısa kollarında yoksunluk göstermektedir.Varsayımlara göre bu kromozomlardaki baskın genlerin kayboluşu kanserin nedeni olabilir.
Teşhis
Kanser hücrelerinin bulunup bulunmadığına bakmak amacıyla idrar incelenebilir.
Radyopak boyanın enjekte edilmesinin ardından çekilen röntgen filmleri ile mesanedeki herhangi bir kitle görülebilir. Sistoskop denilen bir izleme borusu ile doğrudan mesanenin içine bakılarak teşhis doğrulanabilir.
Diğer bir teşhis doğrulama yöntemi de CT taraması veya ultrason kullanmaktır. Sistoskop kullanımı inceleme için bir doku örneği alınmasına (biyopsi) ve pozitif teşhis yapmaya olanak sağlar.
Tedavi
Mesane kanseri belirtileri gösteren insanların yaklaşık olarak yarısında tümör henüz ilk safhalardadır ve mesanenin koruyucu iç yüzeyinde mahsur kalmıştır ve de kolayca tedavi edilebilir.
Bu tip ilerlememiş kanserler lazer ışını ile veya sistoskop vasıtasıyla tümörün kesilip sıcak tel (koter) ile yakılması yoluyla ortadan kaldırılabilir. Bu işlem mesane tümörünün transuretral rezeksiyonu (TURBT) olarak bilinir. Bazı vakalar kanser önleyici ilaçların doğrudan mesaneye yerleştirilmesi ile tedavi edilir. Kanser önleyici ilaçlar kanserin nüksetmesini engellemeye çalışmak amacıyla doğrudan mesaneye yerleştirilebilir.
Kanser, derin bir şekilde mesane duvarına, alt karın bölgesi yakınlarına veya baştan başa vücuda geniş çapta çoktan yayılmış olduğu bir safhada iken keşfedildiğinde büyük cerrahi müdahale ve/veya radyoterapi gereklidir. Mesanenin tamamının çıkarılması gerekebilir.
Mesanenin çıkarılmasını engellemek ve engellemeye çalışmak amacıyla istilacı mesane kanserini tedavi etmek üzere radyoterapi kullanılabilir.
Mesanenin cerrahi operasyon ile çıkarılmasına sistektomi denir. Sistektomiden sonra idrarı sürekli böbreklerden aşağıya taşıyan idrar borularının başka bir yere bağlanması gerekir. İdrarın dışkı ile birlikte dışarı atılması için kolona implant edilebilirler veya deri yoluyla dışarıya sıvı atan ayrı bir bağırsak segmentinden yapılmış yapay bir mesane üzerine implant edilebilirler. Bu tür bir organ nakline (transplantasyon) üriner diversiyon denir.
Birincil mesane kanseri erkeklerde görülen kanserlerin yaklaşık yüzde yedisini kadınlarda görülen yeni kanserlerin ise yaklaşık yüzde üçünü teşkil eder. Geri kalan kısım ise lenf düğümlerine (bezler) yayılmıştır.
Mesane kanseri her zaman mukozada başlar. Erken safhalarda bu tabakada sınırlı kalır ve hücre içindeki karsinom olarak nitelendirilir. Kanser belli bir süre sadece mesanenin iç kısmına doğru ilerleme gösterir. Bu aşamada tespit edilmesi durumunda mesane açılmadan basit lokal tedavi ile iyileştirilebilir.
Bir sonraki aşama kanserin dışarı doğru, mesanenin kaslı tabakasının derinine yayılmasıdır. Aynı zamanda kanser iç yüzeyde daha da büyüyecek ve yanlara doğru yayılacaktır.
İlerleyen kanser peritonu veya mesanenin dış tarafındaki diğer dokuları istila etmek üzere mesane duvarından sağa doğru büyüyecektir. Kanser mukozada mahsur kaldığında uzaktaki lenf düğümlerine veya daha öteye yayılması olası değildir. Ancak mesane duvarı kası istila edildiğinde kanserlerin yaklaşık yüzde 13’ü de lenf düğümlerine yayılmış olacaktır. Neredeyse vakaların yüzde 90’ında kanser duvarı geçip mesaneyi çevreleyen dokunun içerisine girdiğinde lenf düğümlerine de yayılmış olur.
Semptomlar
Mesane kanseri idrarda ağrı olmaksızın kan gelmesi (hematuri), sık sık idrara çıkma ihtiyacı veya idrarda görülen irin ve idrar sırasında yakıcı acı duyma ile kendisini gösterir. Bu belirtiler genellikle daha az ciddi olan diğer durumların göstergesidir ancak özellikle yaşlı insanlarda ilk kez meydana geldiğinde ciddiye alınmaları gerekir.
Bu belirtilerin her zaman araştırılması gerekir. Bazen ağrının nedeni tümördeki kanama nedeniyle kan pıhtılarının idrarda tutulmasıdır. Ağrı kanserin o bölgedeki sinirlere yayılmasından da kaynaklanabilir.
İlerlemiş mesane kanseri bulunan kişiler tümörün bölgesel veya daha uzak bölgelere yayılmasından kaynaklanan semptomlar taşıyabilirler. Sırtın alt tarafında ağrı, idrar borularının (idrarı böbreklerden mesaneye taşıyan borular) tıkanması veya ikincil kanserden kaynaklanan kemik ağrısı görülebilir. Nadiren de olsa mesane bölgesinde hissedilebilecek bir kitle olabilir.
Nedenler
Çoğu mesane kanserinin nedeni kesin olarak bilinememekte olup ancak bazı nedenleri bilinmektedir.
Bu nedenler arasında:
Sigara içme yoluyla edinilen ve idrar ile vücuttan atılan tütün mamülleri katranları
Anilin boyalar, beta-naftilamin ve benzidin gibi belli başlı kimyasallar
Lastik üretiminde karşılaşılan bazı kimyasallar
Penasetin ve siklofosfamid gibi ilaçlar
Uzun süreli mesane iltihaplanması
• Afrika kökenli bir parazit hastalığı olan şiştozomiyaz. Mesanede taş oluşu.
Mesanin kansere yol açan iç koruyucu yüzeyindeki değişiklikler yavaş yavaş gelişerek oluşur. Bilinen nedenler arasında en önemlileri sigara içen kimselerde idrar yoluyla atılan alfa ve beta naftilamin maddeleridir. Aşırı sigara kullanımının erkeklerde vakaların yarısında kadınlarda ise vakaların üçte birinde neden faktörü olduğuna inanılmaktadır.
Özellikle lastik, petrol, deri ve boya endüstrilerinde mesleki kimyasal maddelere maruz kalma erkeklerde görülen vakaların yaklaşık yüzde otuzunun nedeni olması olasıdır. Yapay tatlandırıcıların bir zamanlar mesane kanserine neden olduğundan şüphelenilmişti ancak bazı araştırma projeleri bu şüpheyi doğrulayamamıştır.
Mesane kanserlerinin neredeyse tamamında, kanser hücreleri 9 numaralı kromozomun uzun kolunun bir kısmında yoksunluk göstermektedir. Pek çok mesane kanseri de 11 ve 17 kromozomlarının kısa kollarında yoksunluk göstermektedir.Varsayımlara göre bu kromozomlardaki baskın genlerin kayboluşu kanserin nedeni olabilir.
Teşhis
Kanser hücrelerinin bulunup bulunmadığına bakmak amacıyla idrar incelenebilir.
Radyopak boyanın enjekte edilmesinin ardından çekilen röntgen filmleri ile mesanedeki herhangi bir kitle görülebilir. Sistoskop denilen bir izleme borusu ile doğrudan mesanenin içine bakılarak teşhis doğrulanabilir.
Diğer bir teşhis doğrulama yöntemi de CT taraması veya ultrason kullanmaktır. Sistoskop kullanımı inceleme için bir doku örneği alınmasına (biyopsi) ve pozitif teşhis yapmaya olanak sağlar.
Tedavi
Mesane kanseri belirtileri gösteren insanların yaklaşık olarak yarısında tümör henüz ilk safhalardadır ve mesanenin koruyucu iç yüzeyinde mahsur kalmıştır ve de kolayca tedavi edilebilir.
Bu tip ilerlememiş kanserler lazer ışını ile veya sistoskop vasıtasıyla tümörün kesilip sıcak tel (koter) ile yakılması yoluyla ortadan kaldırılabilir. Bu işlem mesane tümörünün transuretral rezeksiyonu (TURBT) olarak bilinir. Bazı vakalar kanser önleyici ilaçların doğrudan mesaneye yerleştirilmesi ile tedavi edilir. Kanser önleyici ilaçlar kanserin nüksetmesini engellemeye çalışmak amacıyla doğrudan mesaneye yerleştirilebilir.
Kanser, derin bir şekilde mesane duvarına, alt karın bölgesi yakınlarına veya baştan başa vücuda geniş çapta çoktan yayılmış olduğu bir safhada iken keşfedildiğinde büyük cerrahi müdahale ve/veya radyoterapi gereklidir. Mesanenin tamamının çıkarılması gerekebilir.
Mesanenin çıkarılmasını engellemek ve engellemeye çalışmak amacıyla istilacı mesane kanserini tedavi etmek üzere radyoterapi kullanılabilir.
Mesanenin cerrahi operasyon ile çıkarılmasına sistektomi denir. Sistektomiden sonra idrarı sürekli böbreklerden aşağıya taşıyan idrar borularının başka bir yere bağlanması gerekir. İdrarın dışkı ile birlikte dışarı atılması için kolona implant edilebilirler veya deri yoluyla dışarıya sıvı atan ayrı bir bağırsak segmentinden yapılmış yapay bir mesane üzerine implant edilebilirler. Bu tür bir organ nakline (transplantasyon) üriner diversiyon denir.
KOLON, REKTUM YADA BAĞIRSAK KANSERİ
Bağırsak, sindirim sistemimizin bir parçasıdır. İnce ve kalın bağırsak olmak üzere iki bölüme ayrılır. Kalın bağırsak kolon ve rektumdan oluşur. Bağırsak kanseri kolon veya rektumda (arka geçit) herhangi bir bölgede ortaya çıkabilir.
Semptomlar
Kolorektal kanser erken safhalarda teşhis edilmesi halinde daha kolay ve daha başarılı bir şekilde tedavi edilir.
Dikkat edilecek semptomlar arasında:
dışkıda kan veya mukus görülmesi,
midede ortaya çıkan şişlik,
iki hafta veya daha fazla süren ishal veya kabızlık,
bağırsakların boşalmasından sonra bile tuvalete gitme ihtiyacı hissetme,
mide bölgesinde ağrı veya rahatsızlık,
kilo kaybı ve
bitkinlik.
Bu semptomlar genellikle daha yaygın olan daha küçük rahatsızlıklar ile ilişkilendirilir ancak doktorunuzu ne kadar erken görürseniz sizin açınızdan o kadar iyi olur.
Nedenler
Hayvansal yağlar ve proteinler bakımından zengin, lif bakımından yetersiz beslenme ile bir ilişkisi olabileceği düşünülse de kolorektal kanserin nedenleri kesin olarak bilinmemektedir. Kolorektal kanser riskini azaltmak için bolca taze sebze ve meyve içeren sağlıklı ve dengeli bir beslenme alışkanlığı edinmelisiniz.
Düzenli egzersiz yapmak, kilonuzu sağlıklı ölçülerde tutmak, sigara ve alkolden kaçınmak da önemlidir.
Kolorektal kanser 45 yaşın üzerindeki insanlarda çok daha yaygındır. Vakaların yaklaşık %90’ı 50 yaşın üzerindeki kişilerde görülür. Önceden yaşanmış kolorektal kanser, kronik bağırsak iltihaplanması veya adenomatöz polip de hastalığın yinelenme riskini artırır.
Ailesel adenomatöz polip (FAP) ve kalıtsal polipoz olmayan kolon kanseri (HNPCC) de kolorektal kanser riskini artırabilir. Ancak on vakadan sadece birinde kalıtsal neden olduğu düşünülmektedir.
Teşhis
Semptomlar, dışkının görünüşü, rektum muayenesi sırasında kanserli bölgenin eldiven takılarak parmakla yoklanması, sigmoidoskop denilen bir inceleme borusu ile doğrudan rektum içinin incelenmesi ve mikroskobik muayene için şüphelenilen kanserli dokudan bir parça alınması (biyopsi) işlemleri temel alınarak teşhis yapılır. Sigmoidoskopi ile rektum ve bağırsak alt kısmı muayene edilir. Kolonoskopi ise bağırsak içinin tamamını muayene eder.
Ayrıca baryum lavmanı da uygulanabilir (kalın bağırsağın röntgeni). Bu test için bağırsağınızın boş olması ve muhtemelen de birgün önceden gevşetici (müshil) almanız gerekecektir. Ayrıca bağırsağınıza su lavmanı da uygulanabilir, yani bir boruyla rektumunuzdan içeri ve dışarı akıtılan suyla bağırsağınız yıkanabilir.
Daha sonra, uzman röntgen taraması ile bağırsağı izlerken, baryum adı verilen beyaz sıvı su lavmanıyla aynı biçimde rektumdan geçirilir. Röntgen ışınında göründüğü ve uzmanın herhangi bir bozukluğu farketmesine yardımcı olduğu için baryum kullanılır.
Bazen dışkı kan testi için sizden dışkı örneği istenebilir. Bu test dışkıda kan izlerini araştıran kimyasal bir testtir. Ancak bu test her zaman güvenilir olmaz ve teşhisin çoğu zaman diğer testler ile doğrulanması gerekir.
Tedavi
Kolorektal kanser genellikle bağırsağın hastalıklı kısmını çıkarmak amacıyla yapılacak cerrahi operasyon ile tedavi edilir. Ameliyat sonrası bağırsağın boşta kalan uçları mümkünse birleştirilir. Tümör ve çevresindeki dokuların bir kısmının çıkarılması gerekebilir.
Kanser rektum bölgesinin çok altında olduğunda kanserin yeniden oluşmasını engellemek için anal kanalın da çıkartılması gerekebilir. Bu durumda bağırsağı alt karın bölgesinin ön duvarından dışarıya çıkartacak yapay bir boşluk (kolostomi) gerekir.
Semptomları tedavi etmek ve ağrıyı dindirmek için radyoterapi kullanılabilir. Kanserin yinelemesi önlemek amacıyla bazen ameliyat sonrası kemoterapi de önerilmektedir. Kemoterapi ilerlemiş kolorektal kanser vakalarında semptomları yatıştırmak amacıyla da kullanılabilir.
Semptomlar
Kolorektal kanser erken safhalarda teşhis edilmesi halinde daha kolay ve daha başarılı bir şekilde tedavi edilir.
Dikkat edilecek semptomlar arasında:
dışkıda kan veya mukus görülmesi,
midede ortaya çıkan şişlik,
iki hafta veya daha fazla süren ishal veya kabızlık,
bağırsakların boşalmasından sonra bile tuvalete gitme ihtiyacı hissetme,
mide bölgesinde ağrı veya rahatsızlık,
kilo kaybı ve
bitkinlik.
Bu semptomlar genellikle daha yaygın olan daha küçük rahatsızlıklar ile ilişkilendirilir ancak doktorunuzu ne kadar erken görürseniz sizin açınızdan o kadar iyi olur.
Nedenler
Hayvansal yağlar ve proteinler bakımından zengin, lif bakımından yetersiz beslenme ile bir ilişkisi olabileceği düşünülse de kolorektal kanserin nedenleri kesin olarak bilinmemektedir. Kolorektal kanser riskini azaltmak için bolca taze sebze ve meyve içeren sağlıklı ve dengeli bir beslenme alışkanlığı edinmelisiniz.
Düzenli egzersiz yapmak, kilonuzu sağlıklı ölçülerde tutmak, sigara ve alkolden kaçınmak da önemlidir.
Kolorektal kanser 45 yaşın üzerindeki insanlarda çok daha yaygındır. Vakaların yaklaşık %90’ı 50 yaşın üzerindeki kişilerde görülür. Önceden yaşanmış kolorektal kanser, kronik bağırsak iltihaplanması veya adenomatöz polip de hastalığın yinelenme riskini artırır.
Ailesel adenomatöz polip (FAP) ve kalıtsal polipoz olmayan kolon kanseri (HNPCC) de kolorektal kanser riskini artırabilir. Ancak on vakadan sadece birinde kalıtsal neden olduğu düşünülmektedir.
Teşhis
Semptomlar, dışkının görünüşü, rektum muayenesi sırasında kanserli bölgenin eldiven takılarak parmakla yoklanması, sigmoidoskop denilen bir inceleme borusu ile doğrudan rektum içinin incelenmesi ve mikroskobik muayene için şüphelenilen kanserli dokudan bir parça alınması (biyopsi) işlemleri temel alınarak teşhis yapılır. Sigmoidoskopi ile rektum ve bağırsak alt kısmı muayene edilir. Kolonoskopi ise bağırsak içinin tamamını muayene eder.
Ayrıca baryum lavmanı da uygulanabilir (kalın bağırsağın röntgeni). Bu test için bağırsağınızın boş olması ve muhtemelen de birgün önceden gevşetici (müshil) almanız gerekecektir. Ayrıca bağırsağınıza su lavmanı da uygulanabilir, yani bir boruyla rektumunuzdan içeri ve dışarı akıtılan suyla bağırsağınız yıkanabilir.
Daha sonra, uzman röntgen taraması ile bağırsağı izlerken, baryum adı verilen beyaz sıvı su lavmanıyla aynı biçimde rektumdan geçirilir. Röntgen ışınında göründüğü ve uzmanın herhangi bir bozukluğu farketmesine yardımcı olduğu için baryum kullanılır.
Bazen dışkı kan testi için sizden dışkı örneği istenebilir. Bu test dışkıda kan izlerini araştıran kimyasal bir testtir. Ancak bu test her zaman güvenilir olmaz ve teşhisin çoğu zaman diğer testler ile doğrulanması gerekir.
Tedavi
Kolorektal kanser genellikle bağırsağın hastalıklı kısmını çıkarmak amacıyla yapılacak cerrahi operasyon ile tedavi edilir. Ameliyat sonrası bağırsağın boşta kalan uçları mümkünse birleştirilir. Tümör ve çevresindeki dokuların bir kısmının çıkarılması gerekebilir.
Kanser rektum bölgesinin çok altında olduğunda kanserin yeniden oluşmasını engellemek için anal kanalın da çıkartılması gerekebilir. Bu durumda bağırsağı alt karın bölgesinin ön duvarından dışarıya çıkartacak yapay bir boşluk (kolostomi) gerekir.
Semptomları tedavi etmek ve ağrıyı dindirmek için radyoterapi kullanılabilir. Kanserin yinelemesi önlemek amacıyla bazen ameliyat sonrası kemoterapi de önerilmektedir. Kemoterapi ilerlemiş kolorektal kanser vakalarında semptomları yatıştırmak amacıyla da kullanılabilir.
CİLDE İYİ GELEN MİNERALLER
Faydaları
İyot, insan ve hayvanların normal büyüme ve gelişmesi için gerekli olan önemli bir besin maddesidir. İnsan vücudunda çok az miktarda bulunmakta olup, yediğimiz besinler ve su ile alınır. Vücudumuzdaki iyodun büyük bir kısmı tiroit bezinde bulunur ve tiroit hormonlarının yapımında kullanılır. Tiroit bezi, boynun ön tarafında yer alır ve tiroit hormonlarını üretir. Bu hormonlar vücudun normal büyümesi ve zihinsel gelişmesi ile birlikte vücut ısısının ve enerjisinin oluşması gibi olayların devamını sağlar. Tabiatta, toprakta ve suda bulunan iyot besinlerimize geçer. Dağlık ve erozyona uğramış bölge toprakları iyot bakımından fakirdir. Kayseri ve yöresi toprakları da bu özelliktedir. İyotça fakir topraklarda yetiştirilen yiyeceklerde ve bölge sularında yetersiz miktarda iyot bulunur. Bu besinlerle beslenen bireyler yeterli miktarda iyot almazlar.
Hangi Besinlerde Bulunur?
İyot alımını artırmanın en kolay ve etkili yolu da iyotlu tuz kullanmaktır. (İyodun en fazla bulunduğu besinler deniz ürünleridir.)
Cildinize iyi bakıyorsunuz. Günlük temizliğini yapıyor, maske ya da peeling uyguluyorsunuz. Peki bu bakımı sadece beslenerek yapmaya ne dersiniz? Bunu yapmanın yolu ise sadece doğru minerali almak.
Cildinize iyi gelen mineraller ve bulunduğu besinler;
C Vitamini: Kolajen yapı için gereklidir, cilt esnekliği sağlar. Narenciyelerde, kivide, orman meyvelerinde ve maydanozda bulunur.Çinko: Kolajen yapı için çok önemlidir. Saçın beyazlamasını engeller. Kabak çekirdeği ve zencefil kökünde bulunur.Sülfür: Bağlayıcı dokuların inşa edilmesine yardım eder. Lahana, brokoli, sarmısak ve soğan en zengin kaynaklarıdır.
Silika: Cilt esnekliğinin korunmasını sağlar ve kemikleri güçlendirir. Sağlıklı tırnaklar ve parlak saçların oluşmasını sağlar. Salatalık, domates, dolmalık biber ve yulafta bulunur.
Magnezyum: Hücre zarlarındaki su pompalanmasını kontrol eder ve atıkların temizlenmesini sağlar. Aşırı tuz ve diğer toksinlerin neden olduğu fazla su tutulmasının önüne geçerek hücreyi rahatlatır. En iyi kaynak yeşil yapraklı sebzelerdir.
Beta karoten: Cildi güneş yanığına karşı korur. Havuç ve yeşil sebzelerde bulunur.
İYOT MİNERALİ VE FAYDALARI
Eksiklik Belirtileri
Guatr hastalığı ortaya çıkar, boy uzaması duraklar ve kemik gelişimi geri kalır, beyin gelişimi özellikle anne karnında ve bebeklik döneminde zarar görür, bunun sonunda zekâ geriliği ortaya çıkar, ağır iyot yetersizliği durumunda sağırlık, dilsizlik, cücelik ve doğuştan sakatlıkların görülmesi artar, iyot oranı yetersiz olan kadınlarda düşük yapma, ölü doğum, gebe kalamama, yeterli iyot alanlara göre daha çok görülmektedir, iyot yetersizliğinde çocukların okul başarıları ve çalışanların iş verimi azalıUYARI : Pişirme ile besinlerin bileşimlerindeki iyot miktarı azalmaktadır. İyot uçucu bir element olduğundan iyotlu tuzu ışık görmeyecek şekilde, koyu renkli, ışık geçirmeyen ve kapaklı kavanozda, karanlık, serin ve kuru yerde saklayın. Pişirme ile iyot kaybını önlemek için yemeğinizin tuzunu pişirme tamamlandıktan sonra atın.
ÇİNKO MİNERALİ VE FAYDALARI
Faydaları
Proteinlerin enerjiye dönüştürülmesi için çok önemlidir. Zihinsel fonksiyonlarda, vücudun kendini iyileştirmesi ve yenilemesi gereken durumlarda, bağışıklık sisteminin gelişmesinde, hormonal dengede (sperm miktarını artırır) önemli yere sahiptir. Kalp, beyin ve üreme sisteminin çalışması için gereklidir. İnce bağırsak tarafından emilir. Aşırı terleme ile vücuttan 3 mg kadar çinko kaybolur.
Hangi Besinlerde Bulunur?
Deniz ürünleri, et, karaciğer, fındık, ay çekirdeği,baklagiller, pekmez, susam, soya fasulyesi, tavuk yüreği, süt ve yumurtada bulunur.
Eksiklik Belirtileri
Kellik, tırnaklarda beyaz lekeler, dolama, verimsizlik, düşük sperm sayısı, hamilelik döneminde çocukta büyüme yavaşlığı gibi belirtiler olabilir.
UYARI : Antibiyotiklerle birlikte alınmamalıdır.
İyot, insan ve hayvanların normal büyüme ve gelişmesi için gerekli olan önemli bir besin maddesidir. İnsan vücudunda çok az miktarda bulunmakta olup, yediğimiz besinler ve su ile alınır. Vücudumuzdaki iyodun büyük bir kısmı tiroit bezinde bulunur ve tiroit hormonlarının yapımında kullanılır. Tiroit bezi, boynun ön tarafında yer alır ve tiroit hormonlarını üretir. Bu hormonlar vücudun normal büyümesi ve zihinsel gelişmesi ile birlikte vücut ısısının ve enerjisinin oluşması gibi olayların devamını sağlar. Tabiatta, toprakta ve suda bulunan iyot besinlerimize geçer. Dağlık ve erozyona uğramış bölge toprakları iyot bakımından fakirdir. Kayseri ve yöresi toprakları da bu özelliktedir. İyotça fakir topraklarda yetiştirilen yiyeceklerde ve bölge sularında yetersiz miktarda iyot bulunur. Bu besinlerle beslenen bireyler yeterli miktarda iyot almazlar.
Hangi Besinlerde Bulunur?
İyot alımını artırmanın en kolay ve etkili yolu da iyotlu tuz kullanmaktır. (İyodun en fazla bulunduğu besinler deniz ürünleridir.)
Cildinize iyi bakıyorsunuz. Günlük temizliğini yapıyor, maske ya da peeling uyguluyorsunuz. Peki bu bakımı sadece beslenerek yapmaya ne dersiniz? Bunu yapmanın yolu ise sadece doğru minerali almak.
Cildinize iyi gelen mineraller ve bulunduğu besinler;
C Vitamini: Kolajen yapı için gereklidir, cilt esnekliği sağlar. Narenciyelerde, kivide, orman meyvelerinde ve maydanozda bulunur.Çinko: Kolajen yapı için çok önemlidir. Saçın beyazlamasını engeller. Kabak çekirdeği ve zencefil kökünde bulunur.Sülfür: Bağlayıcı dokuların inşa edilmesine yardım eder. Lahana, brokoli, sarmısak ve soğan en zengin kaynaklarıdır.
Silika: Cilt esnekliğinin korunmasını sağlar ve kemikleri güçlendirir. Sağlıklı tırnaklar ve parlak saçların oluşmasını sağlar. Salatalık, domates, dolmalık biber ve yulafta bulunur.
Magnezyum: Hücre zarlarındaki su pompalanmasını kontrol eder ve atıkların temizlenmesini sağlar. Aşırı tuz ve diğer toksinlerin neden olduğu fazla su tutulmasının önüne geçerek hücreyi rahatlatır. En iyi kaynak yeşil yapraklı sebzelerdir.
Beta karoten: Cildi güneş yanığına karşı korur. Havuç ve yeşil sebzelerde bulunur.
İYOT MİNERALİ VE FAYDALARI
Eksiklik Belirtileri
Guatr hastalığı ortaya çıkar, boy uzaması duraklar ve kemik gelişimi geri kalır, beyin gelişimi özellikle anne karnında ve bebeklik döneminde zarar görür, bunun sonunda zekâ geriliği ortaya çıkar, ağır iyot yetersizliği durumunda sağırlık, dilsizlik, cücelik ve doğuştan sakatlıkların görülmesi artar, iyot oranı yetersiz olan kadınlarda düşük yapma, ölü doğum, gebe kalamama, yeterli iyot alanlara göre daha çok görülmektedir, iyot yetersizliğinde çocukların okul başarıları ve çalışanların iş verimi azalıUYARI : Pişirme ile besinlerin bileşimlerindeki iyot miktarı azalmaktadır. İyot uçucu bir element olduğundan iyotlu tuzu ışık görmeyecek şekilde, koyu renkli, ışık geçirmeyen ve kapaklı kavanozda, karanlık, serin ve kuru yerde saklayın. Pişirme ile iyot kaybını önlemek için yemeğinizin tuzunu pişirme tamamlandıktan sonra atın.
ÇİNKO MİNERALİ VE FAYDALARI
Faydaları
Proteinlerin enerjiye dönüştürülmesi için çok önemlidir. Zihinsel fonksiyonlarda, vücudun kendini iyileştirmesi ve yenilemesi gereken durumlarda, bağışıklık sisteminin gelişmesinde, hormonal dengede (sperm miktarını artırır) önemli yere sahiptir. Kalp, beyin ve üreme sisteminin çalışması için gereklidir. İnce bağırsak tarafından emilir. Aşırı terleme ile vücuttan 3 mg kadar çinko kaybolur.
Hangi Besinlerde Bulunur?
Deniz ürünleri, et, karaciğer, fındık, ay çekirdeği,baklagiller, pekmez, susam, soya fasulyesi, tavuk yüreği, süt ve yumurtada bulunur.
Eksiklik Belirtileri
Kellik, tırnaklarda beyaz lekeler, dolama, verimsizlik, düşük sperm sayısı, hamilelik döneminde çocukta büyüme yavaşlığı gibi belirtiler olabilir.
UYARI : Antibiyotiklerle birlikte alınmamalıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)